Paylaş
Anlaşılmak en büyük lüksüm.
Bence Oscar’a filan 5 basan bir duygu.
Bana beni anladığını söyleyen, kendi kabuğunu kırmak için çırpınan, kalbini bana e-postalarla, sosyal medyadan mesajlarla açan, kendini sıkışmış hisseden ve hatta bir şey demeden sessiz çığlık atanlara bir şeyler söylemek isterim.
İstendiğiniz için buradasınız. Sizi birileri doğurmayı istedi.
Sevgiden, aşktan, tutkudan buradasınız. En önce bunu hatırlayın.
Ha istememişler miydi, aşk çocuğu değil misin?
Bil ki bu dünya, bu koca evren istemiştir seni.
Sen istemişsindir doğmayı.
İstenmeyen duygulardan bile olsa, sevgiyle çarpan masum bir kalple geliniyor hayata.
Esas budur mucize.
En iyi sperm, en şahane yumurtayla kavuşmuş şerefimize.
9 ay boyunca hayatta kalmak için gereken her şeyi; ana karnından çıkınca nefes almayı bilerek doğmuşuz.
Öyle ciğerlerimiz var ki o küçücük bedende; evleri, sokakları, geceleri gündüzleri inletmişiz.
Büyümek ve güvenmek için içgüdülerimizden başka bir bilgimiz de yokmuş.
Düşmüşüz kalkmışız. Bugünlere gelmişiz.
O bebek bunları yapmışsa, bu koca bebek neler yapmaz!
Bir tane daha senden yok. Benden de yok.
Bu yaşa, bu saate, şu yazıya gelene kadar yaptıklarımızı bir düşünün de kendinize saygı duyun, sevin, inanın, güvenin.
Bir yazımdan esinlenip bana bunca kalbinizi açmak cesaret ister.
Cesursunuz işte!
Bana yazdıklarınızı okudukça samimiyetinizin, cesaretinizin farkında mısınız diye düşündüm.
Güçlü insan samimidir.
Samimiyet insanı güçlü kılar. Senin açtığın kalbi kırıp kullananda sorun, sende değil.
Özgüvendir, güvendir samimiyet.
Samimi, güvenilir, cesur gördüğünüz birisine karşı duyduğunuz hayranlığı ve saygıyı kendinize de hak görüyor musunuz?
O hakkı tanıyın kendinize. Önce kendinize adil ve merhametli olun.
Kendine sarıldın mı, başkasına sarılman da nefis oluyor.
Canım okurum...
Duyarlı olmak, kırılgan olmak da bir güç. Hayallerin için o tatlı korku ve endişeyle çabalama gücü de doğumundan beri sende.
“Ne yapayım söyle bana?” diyenlere cevabım; bilmiyorum.
Ben sizin cevaplarınızı bilemem. Bir tek ve en iyi siz bilirsiniz.
Ben kendi cevabımı bilirim.
Dalgalandım da duruldum dedim bu yazıya, neden mi?
Çok koştum. Kendimden, derdimden kaçmak için hırsa tutundum bir süre. Hızlar, hedefler filan koydum kendime, en çok bu 2 kelimeden kaçarken hem de. Sonra koştukça hırs ve hedef yerini keyfe, huzura, dinginliğe bıraktı. Beni bana götürdü. Kafamdaki cadı sustu, kalbimin sesi duyuldu.
Dalgalandım da duruldum ben de.
Şu anda da Fethiye’deyim. Yediburunlar’da.
Doğanın içinde.
Yogaya, meditasyona, koşmaya geldim.
Koşuyorum. Susuyorum. Sessiz kalmayı seçtim.
5 gün boyunca dayanabildiğim kadar konuşmayacağım yani.
Bu yazıyı salı yazdım.
Sosyal medya, internet, cep, alo malo yok.
İnzivadayım.
Kendimi ve doğanın sesini duymak istiyorum.
Sorularıma cevaplarımı kendim veririm, sorunlarıma çözümlerimi kendim bulurum. En büyük güvencem benim. Kalbim. İçgüdüm.
Senin de öyle.
Beyninin içinde cır cır konuşan; seni depresyonlara, anksiyetelere sokan cadıyı sustur.
Boş gezenin boş kalfası o. Bedenin, sinirlerin, sağlığın ona tepki verdiğine göre onun fikri sana uymuyor. İçine sinmeyenle, önyargılarla savaşıyorsun.
Hasta değilsin. Gayet sağlıklısın.
Bunları pazartesi akşamı koşarken düşündürttünüz bana. Bana bu yazıyı siz yazdırdınız.
Ben de sizlerden ilham, cesaret, güç alıyorum. Çok teşekkür ederim.
Dünyanın en güzel alışverişini yaşatıyorsunuz bana; duygu alışverişi.
“Sound of Silence” dinleyin hatırıma.
Yonca
“tıp”
Paylaş