Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Beren Saat

Beren Saat’i çok seviyorum.

Haberin Devamı

Büründüğü karakterlerden hep çok etkileniyorum.
Benim için “Fatmagül’ün Suçu Ne?” rolü hele, büyük dönüm noktasıdır.
Defalarca hâlâ daha izlerim. Düşünürüm. İrdelerim. Kadının kadına olan zararı ile kadın dayanışması adına sosyolojik açıdan dalar giderim. Bizi anlamaya çalışırım...
Fatmagül rolüyle Beren Saat bu ülkenin en büyük ve en derin kanayan yarasına parmak basmayı üstlendiği gibi; o rolü ve sorumluluğunu da en iyi şekilde taşımıştır.
Basında kadınlar hakkında çıkan tüm haberler beni her daim çok düşündürür.
Sadece Türkiye basını için demiyorum bunu.
Sadece magazin basını için de demiyorum. Bir haberin veriliş biçimi etkiliyor beni.
Etik konusundaki umursamazlığımız etkiliyor. Empati ve hassasiyet eksikliğimize üzülüyorum.
Yapıcı değil yıkıcı olan tavra içerliyorum.
Tamam haber; ama haberi verirkenki o tavır ve niyet aslında çok şey değiştirebilir.
Ama biz o nüansı gözetmiyoruz, buna üzülüyor ve tepki duyuyorum.
Ünlü olunca mesafeyi sen koysan da başkası siliyor.
Zaten bu zamanda herkes artık kendini “muhbir” görüyor. Garip hadsiz bir ortam.
Kafede yanında oturan, senin hakkında basına haber gammazlayacak kadar kendinde hak görüyor.
En son tüp bebek ile ilgili çıkan haberlere uzak kalmaya çalışmıştım.
Bir anne olarak, bir kadın olarak -ünlü münlü fark etmez- insan olarak çok ağırıma gitmişti haber.
Ne çok hamile kalmaya çalışan aile var.
Ne çok bebek kaybeden anne var.
Ayrıca hamiler kalan her anne hemen hemen bu haberi ilk 3 ay kimse ile paylaşmaz. Çok zordur bu şeyler.
Ve sen kalk senin kendinden sakındığın bir haberi birden bu şekilde duy mesela.
Veya canını sana veren annen başkasından duysun. Olacak iş değil.
Başıma gelse üzüntüden sağlığım etkilenirdi eminim.
Bu konunun ne demek olduğunu ancak ve ancak çocuk sahibi olmaya çalışan bir kadın ve en yakını bilir.
Bu konuda uğraş vermiyor, çocuk sahibi olmayı düşünmüyorsan da yine çok fena, yine aynı derecede hassas, yine bir o kadar olmaz.
Aynı Beren Saat’in de instagramda yazdığı gibi çekirdek aileyi, mahremiyeti, duyguları her şeyi yerle bir eden bir kırıcılığı var bu tür haberlerin veriliş şeklinin.
Haberi medyaya salıp reklam nemalanmayı düşünmüş olabilecek gözü dönmüş etikten uzak kurumları, hastaneyi ben de içimden geçirmiş ürkmüştüm.
Bu kadar düştük mü acaba, olamaz değil mi diye...
Bu duruma yüz veren basına da içerlemiştim.
Bir kere de şaşırtsak ortamı, düşmesek şu seviyeye ya demiştim.
Kadına bir de buradan vurmasak bir kere!
Hiçbir zaman, hiçbir bahaneyle, kadın teni, ruhu, bedeni, duygusu, kılığı üzerinden bunca acımasız ve düşüncesiz olmayı içim almıyor. Almayacak da!
Kadın konusunun, insan konusunun bu kadar zayıf olduğu bu coğrafyada hele, hiç kabul edemiyorum.
Beren Saat’in verdiği tepkiyi ben de verirdim. Dava da açardım.
Hakkımı savunurdum ki hakkını savunamayanlara örnek teşkil edeyim. İlham verebileyim.
Endişelenmeyin ben buradayım sizin için diyebileyim.
Dahası, basın olarak “e canım tüm dünyada böyle bu işler” diyerek de haklı göstermeye çalışamazdım.
Başkası yanlış yapıyorsa yapsın, ben uymam ona! Özür dilerdim. Özür dilemek gerekir çünkü.
Özgecan için yazdığı o çok anlamlı paylaşımdan sonra, kadına yönelik şiddet konusunda psikolojik şiddete de değindiği son tepkisini çok yerinde buldum ve destekledim. Kendini ve olanı bu kadar iyi ifade eden bir ünlümüzün olması biz kadınların şansı oldu dedim.
Beren Saat gibi sesi her yerden duyulan bir kadının, tepkisini bu kadar güzel dile getirmesi, aslında sesini duyuramayanlar adına çok büyük ve önemli bir adımdır. Beren Saat bu anlamda da bir ilk sanırım.
Dilerim, kadın hakları konusunda hassasım diyen basın da, bu tür konularda en başta kendiyle çelişmekten vazgeçer.
Kadın üzerinden prim yapıp kadınlar için bir şey yapmaya çalışıyor gibi durmak artık olmuyor nitekim.
Yonca
“destek”

Haberin Devamı

Ayçiçek tarlaları

Haberin Devamı

Bir gün bir fotoğraf yollamış bir okur.
Uçsuz bucaksız bir ayçiçeği tarlası içinde küçük afacan bir çocuk gibi gülümseyen bir kadın.O günlerde “selfie” yani “özçekim” demiyorduk bu tür fotoğraflara.
Kendi kendini çekmişti o ayçiçek tarlasının içinde okurum Gülsevim Kahraman.
Okurumdu arkadaşım oldu. Yetmedi koşmaya da başladık beraber.
Hem işkadınıdır, hem de iyi bir annedir.
Fotoğrafa da gönül vermiştir. Kendini oyalamayı, yoktan var etmeyi, ekmeğini taştan çıkartmayı bilen küçük boyuyla dev yüreğiyle kocaman bir insandır.
TEGV için çalışan ciddi bir gönüllü de oldu. O ayçiçek tarlasından bana yüzümü güldürerek bakan çocuk yüzlü kadın şiire de aşıktır.
Şiirlerini yazar arada bir paylaşırdı benimle.
“Neden kitap yapmıyorsun şiirlerini?” dedim durdum. Evet bu ülkede kitap yapmak, yazmak, basmak, yetmez o kitabı anlatmak okutmak reklamını yapmak imkansız gibi bir şey.
Ama oldu mu da oluyor işte. Biraz şans da gerek o da doğru.
Nihayet Gülsevim yazdığı şiirlerini bir kitapta topladı adını da “En baharımsın” koydu.
Aşkı şiirle yazmayı seven bir kadın o. Bahar gibi olan kendidir aslında. Çizgi film kahramanı Heidi’dir.
Çocukken akarsuda elleriyle balık yakalayabilmiş kaç çocuk tanırsınız bilmem. Ama ben tanıyorum, o çocuk Gülsevim’dir...
Şiir seviyorsanız benim gibi siz de, “En baharımsın” çıktı. Hayallerini gerçekleştirmek için yola gönülden çıkan herkese ilham olsun diye... Yonca “gül”

Yazarın Tüm Yazıları