Paylaş
Başbakanımız sevmiyor Waldorf Astoria’yı... Ritz Carlton’da kaldı, St. Regis’te kaldı, en çok The Plaza’da kaldı. Beatles da orada kalırdı. Marilyn Monroe jartiyerli pozunu orada verdi. Onassis beş çayına oraya gelirdi. Sex and the City’nin, Gossip Girl’ün bazı bölümleri orada çekildi. Başkan Nixon’ın kızı orada evlendi. En dandik odası 1.200 dolarcık, süitleri 20 bin dolarcık... Her şey dahil değil maalesef, yersen, tabağı 400 dolarcık... Muslukları altın, 24 ayar, odalarını Versace tasarladı, Louis XV’den esinlenmiş, koltuk moltuk antika, bornozları altın sırmalı... “Ya araklanırsa?” derseniz, sıkmayın canınızı, otel müdürü gülümseyerek “üstünde amblemimiz var, reklamın iyisi kötüsü olmaz” diyor. Başbakanımız gibi, Cumhurbaşkanımız da The Plaza’da kalıyor. Sahibi Suudilerdi. İsraillilere satıldı.
Sanırım o nedenle, bu sefer The Plaza’da kalmadı, The Peninsula’yı tercih etti Başbakanımız... Ancak,
kadere bak, Obama’yla mecburen Waldorf Astoria’da görüşmek zorunda kaldı.
Başbakanımız gibi, Bülent Ecevit de sevmezdi Waldorf Astoria’yı... The Westbury’de kalırdı. Ancak, kadere bak,
bi gün onun yolu da Waldorf Astoria’ya çıktı. Sene 1976’ydı.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ikinci yıldönümünü kutladığımız gün, MTA Sismik-1 Hora, petrol aramak için Ege’ye açıldı. Ve, tarihi rest çekildi: “Yunanistan müdahale ederse, vururuz!”
1942 modeldi Hora... 55 metre boyunda, 9 metre enindeydi. İhtilaflı sularda petrol aramak için Norveç gemisi kiralamıştık. Yunanistan bastırınca Norveç kıvırmış, kaçmıştı. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye karar vermiş, teknolojik cihazlarla donatıp, Ege’ye salmıştık.
Türk ve Yunan orduları teyakkuza geçmişti. Çatışma an meselesiydi. Kaddafi, Ankara’ya mesaj gönderip “Libya’ya ait Mirage savaş uçakları Türk Hava Kuvvetleri’nin emrindedir” demişti.
Başbakan, Demirel’di. Ancak, işin adresi belliydi. ABD Başkanı Gerald Ford, başbakanı değil, Bülent Ecevit’i Beyaz Saray’a davet etti. Kıbrıs Fatihi’ni ikna etmeye çalışacak, ağzını burnunu dağıttığımız Yunanistan’ı daha fazla hırpalamamamızı rica edecekti. Diplomatik mesajlar çoktan verilmişti zaten... Ege’ye çıkmanıza karışmayacağız, Hora’ya kimse dokunmayacak, istediğiniz yerde petrol arayabilirsiniz, yeter ki yeni bi savaş çıkarmaya kalkmayın.
Ecevit kabul etti. İlk durağı, New York’tu. Dedim ya, Waldorf Astoria’yı sevmezdi, The Westbury’ye yerleşti. Türk işadamlarının vereceği yemeğe katılacak, sonra Washington’a geçecekti. Kaderin cilvesi olsa gerek, onuruna verilen yemek, Waldorf Astoria’daydı.
Geldi Waldorf Astoria’ya, lobiye girdi, işte o anda olanlar oldu... Stavros Psihopedrisdes isimli Kıbrıslı Rum, tabancasını çıkardı-toplu Smith Wesson- geberrr diye bağırarak, Ecevit’e doğrulttu. Ölüm, salise kadar yakındı, hayat, adeta film şeridi gibi donmuştu. Bernard Johnson hariç... Siyahi FBI ajanı Bernard, merminin üstüne atladı, tetiği çekemeden Stavros’u yıktı.
Şok üstüne şok yaşanıyordu, çünkü, Bernard yere yıktığında Stavros’un kolu koptu! En azından herkes öyle sandı. Meğer... EOKA militanıymış, barış harekâtımız sırasında el bombası fırlatmaya çalışırken, elinde patlamış, kolu kopmuş, takma kol kullanıyormuş iyi mi.
(28 yaşındaydı Stavros...
Atina derhal “CIA ajanı” olduğunu iddia etti. Soruşturmada Yunan İstihbaratı’nın adamı olduğu ortaya çıktı. Bir ay önce New York’a gelmiş, bir gün önce Park Lane Hotel’de kasiyer
olarak işe başlamıştı. Güya yargılandı... Rum lobisi devreye girdi, bir sene bile yatmadan, 100 bin dolar kefaletle bırakıldı, yırttı. Sonra ne oldu bilmiyorum.)
(Ecevit, memlekete döner dönmez ilk iş, Bernard’ı davet etti. Bernard, ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ın özel izniyle geldi. Önce İstanbul’u gezdi, ardından başkente geçti. Ecevit, hayatını kurtaran Bernard’ın onuruna, Ankara Marmara Oteli’nde yemek verdi. Sarılıp, öpüştüler, uğurlandı. 23 sene sonra, 1999’da... Ecevit, başbakan olarak gene New York’a gitti. Hiç hazzetmediği halde, inadına, Waldorf Astoria’da kaldı. Türkevi’ne konferansa gittiğinde, kendisini acı-tatlı sürpriz bekliyordu. Bernard oradaydı... Terfi etmiş, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın
New York Güvenlik Başkanı olmuş ve Ecevit’i ziyarete
gelmişti. Sarıldılar, sohbet ettiler, korkunç hadiseyi kahkahalarla andılar, ayrıldılar. 7 sene sonra, 2006... Ecevit vefat etti. Rahşan hanıma gönderilen taziye mesajları arasında, emekliye ayrılmış olan Bernard Johnson’ın satırları vardı: Büyük bir insanın ölümünü öğrenmekten dolayı derin üzüntü içindeyim, size ve Türk milletine başsağlığı dilerim...)
Oofff of.
İnisiyatif bizdeydi.
Kıbrıs bizimdi.
Petrolü biz arıyorduk.
Ve bugün...
Başbakanımızla aynı Waldorf Astoria’da buluşan Obama “sakın ola Rumlara dokunmayın” dedi. Çünkü,
otel aynı otel ama, petrolü
arayan biz değiliz maalesef.
AB üyesi Rumlar.
Bizi sorarsan...
Taa 1976’nın bile öncesine döndük, petrol aramak için
gene ve hâlâ Norveç gemisi kiralamaya çalışıyoruz!
Belki biraz daha offf
çekersiniz diye, bi ilave yapıp
öyle bitireyim bari.
Aynı 1976’da... Hora, petrol kaynaklarını tespit edip, yurda döndü, törenlerle karşılandı. Galiba makûs talihimiz değişiyordu, sevinçten havalara uçuyorduk ki, sadece 10 gün sonra... Yeşilköy Havalimanı
kan gölüne döndü! İstanbul’dan Tel Aviv’e gitmek üzere olan
İsrail El Al yolcu uçağı, dört Filistinli tarafından kaçırılmaya çalışıldı. Uçağa binerken birinin
el bombası yanlışlıkla patladı, paniğe kapıldılar, otomatik silahlarını çıkarıp, transit salonunu taradılar, biri İsrailli biri Amerikalı biri Japon üç kişi öldü, dördü Türk 34 kişi yaralandı. Çatışma 1.5 saat sürdü. Havaya uçan militan öldü, iki militan sağ ele geçirildi, biri kayboldu. Kayıp militanın, kaşla göz arasında
El Al uçağına atılıp, İsrail’e götürüldüğü ortaya çıktı.
Paylaş