Tasfiye...

Samsun sigarasının içinden odun çıktığı günlerde... Ayı oynatılırken, salça sürülmüş ekmek dilimi kemirdiğimiz, şekerli leblebi unu yaladığımız, kalantorların anca 124’e bindiği ve Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan, tencereleri kalaylattığımız, mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, arapsabunu kokulu zamanlarda...

Haberin Devamı

Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’ün yaşadığı, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz üvey anne yanında büyüdüğü, n’ayır n’olamazlı, damalı taksi yıllarında... Tatlıses demirciyken... Çamaşır makinelerinin merdaneli, “Neil Armstrong Ay’a filan ayak basmadı abi, hepsi tezgâh” diye iddiaya girdiğimiz, arka camlara STP yapıştırdığımız, MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü, Adana’ya “alo” demek için 6 saat beklediğimiz, cep telefonunu sadece Kaptan Körk’ün kullandığı teknoloji fukaralıklarımızda... Ümit Besen’in masasının ayağı kırıkken... Muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı gündüzlerin, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili gecelerinde, Arzu Okay rüyalarımıza girerken... Killing okuduğumuz, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, Pehlevi’nin şah, Şenol Birol’un gol, Kastelli’nin banker, Bedia Akartürk’ün İzmir Fuarı’nı salladığı, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu balıkçı zannedildiği, Zeki Müren’in kamyonculara “Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun” diye mırıldandığı, sutyenin porno kabul edildiği dönemlerde... Can sıkıntısından parmaklarımızı şekilden şekle sokarak, mum ışığının gölgesiyle duvara tavşan yaptığımız, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda kös kös “arkası yarın” dinlediğimiz ve İstanbul’da basılan gazetelerin bırak Diyarbakır’ı, Bursa’daki bayiye bile anca “arkası yarın” ulaşabildiği zavallılıklarımızda... Doktor Kimble sanki babamızın oğluymuş gibi Falconetti’ye küfür ettiğimiz, asayişi Komiser Colombo’ya emanet ettiğimiz, adaleti Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, Mc Millan’ın AIDS’ten ölene kadar şorolo olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında... Koç Reeves’ten turnike atmayı öğrenip, Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde Isaura’nın neden köle olduğunu kavrayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza “N’aber lan Ceyar” diye seslendiğimiz, dansözün çıkmadığı... Sadece TRT’nin var olduğu, necefli maşrapa zavallılığında...

Haberin Devamı

*

Haberin Devamı

Özetle, develer tellal, pireler berber iken... Gazetecileri susturup, gerçeklerin üstünü örtmek, duyulmasını engellemek belki mümkündü.

*

İlkokula giden çocukların internette Japonya’yla konuştuğu, saklamaya çalıştığın görüntülerin şak diye cep telefonlarımıza geldiği, gazeteler yazmasa bile, elektrik su doğalgaz kira okul sağlık market benzin faturalarının her şeyi tüm çıplaklığıyla yazdığı bir dönemde...

Mümkün değil.

*

Ve, dönüp bakıyorum geriye...

 

İktidar yalakası gazeteciler o zaman da vardı ama, “odun”lar sadece sigaradan çıkıyordu en azından.

 

Yazarın Tüm Yazıları