Malumun üzre... Geçen hafta “Dear David” başlıklı mektup yazmıştım.
Bizim ahali, padişahımız efendimizin dizi yapılmasına isyan ederken, sizin kekeme kral’a Oscar verildiğini, bu vahim duruma gıkınızın çıkmadığını, üstelik, mutlu olduğunuzu belirterek, başta büyükelçi olarak sen, ecdadına saygısı olmayan İngiliz milletini kınamıştım... Babasının filmini rütük mütük marifetiyle yasaklatacağına, tam tersi davranıp, pek beğendiğini söyleyen majestelerini de en güzel yerinden öpmüştüm.
*
Bana hep sorarlar “nerden buluyorsun bunları” filan diye, ben de “popomdan uyduruyorum, çünkü bizim ahalinin önemli bölümü lafı poposundan anlar” derim...
*
Aynen böyle oldu. Mesaj yağdı.
*
Kimisi “İngiliz milletinden derhal özür dilememi” isterken, kimisi “benim gibi kendini bilmez Türk gazeteciler yüzünden İngiliz milletinden özür diliyor”du... Bazısı “seviyesiz sözlerim nedeniyle diplomatik krize sebep olacağımı” öne sürerken, bazısı “Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından kınanmam gerektiğini” iddia ediyordu. En az 100 kişi, İngiltere Büyükelçisi’ne sen’li ben’li hitap ettiğim için “terbiyesiz” ve “dangalak” olduğum kanaatine varmıştı. En az 200 kişi de, Buckhingham Sarayı’na Fuckhingham Sarayı benzetmesi yaptığım için, İngiltere tarafından mahkemeye verilmem gerektiğini söylüyordu. Ama en çok şunu beğendim: “Öpüyorum dediğin kişi, bir başbakandan öte, torun sahibi kadın... Okuyunca yerin dibine girdim, seninle aynı milletin ferdi olduğum için utandım!”
*
Hatta, ileri zekâlının biri makale döşenip, gazeteciler cemiyeti üyeliğinden atılmamı bile talep etti, ki zaten gazeteciler cemiyeti üyesi değilim... Benim gazeteciler cemiyetinden atılmamı istemek, diyanet işleri başkanımızın Vatikan tarafından aforoz edilmesi gibi bi şey.
*
Halbuki...
*
“Dear David” başlıklı yazımın çıktığı gün, aynı samimiyetle “Dear Yılmaz” diye başlayan cevap mektubu göndermiştin bana... Araya Nedim’in içeri tıkılması meselesi girdiği için yayınlayamamıştım, kısmet bugüneymiş... Kelimesi kelimesine şöyle diyorsun resmi antetli cevap mektubunda...
*
“Dear Yılmaz... Majesteleri Kral 6’ncı George’u ve konuşma bozukluğunu yenme çabalarını yansıtan filmi protesto etmediğim için beni kınayan mektubunuzu ilgi ve zevkle okudum. Filmi seyrettim ve çok hoşuma gitti. 4 Oscar ve 7 İngiliz Kraliyet Akademisi Ödülü almasından da gurur duydum. Gelecek, geçmişin temelleri üzerinde yükselir. Ve haklısınız... Filmi Kral’ın eleştirisi değil, onun bu büyük başarısının kutlanması olarak değerlendiriyoruz. Konuşma bozukluğunu gidermek için gösterdiği sıra dışı kararlılığı, çabayı ve bu süreçte sevgi dolu ailesinin desteğini yansıtan bu filmi, kesinlikle ona karşı saygısızlık olarak görmüyoruz. Aksine, çabaları ilham verici... Bu arada, Buckingham Sarayı’nın hâlâ Buckingham Sarayı olduğunu okurlarınıza teyit etmek isterim. Yours sincerely, David Reddaway”
*
Birincisi, ben mektubumu Türkçe yazmıştım ama, anadili Türkçe olanların çoğu anlamadığı halde, sen gayet net anlamışsın, teşekkür ederim... İkincisi, zevkle okudum, haklısın filan gibi kendini bilmez laflar kullanarak, büyük hayal kırıklığı yarattığın için, yukarıda bahsi geçen dangozlar adına seni kınıyorum... Üçüncüsü, bizim memlekette bu kadar gönüllü İngiliz yalakası varken, sana niye hâlâ İngiltere’nin haklarını koruman için maaş ödüyorlar, anlamakta güçlük çekiyorum.
*
Neyse Deyvitçiğim... Kaşla göz arasında bizim rakıyı da siz aldınız, hayırlara vesile olsun. Havalar az güzelleşsin, Urla’da mangala beklerim, rakı senden, çipuralar benden, n’olacak bu memleketin hali diye laflarız... Majestelerine de bahçeli bi dubleks ayarlarız oralardan. Yengeye selamlar. yours sincerely Yılmaz