Gözüne kestirdiği hedeflere ayrı ayrı yerleştirecek, uzaktan cep telefonlarını arayarak, tek tek patlatacaktı.
Geze geze bıraktı.
Bir kuytuya oturdu.
Birinciyi aradı, bum!
İkinciyi aradı, bum!
Üçüncüyü aradı, tıs.
Dördüncüyü aradı, tıs.
Kısa süre sonra yakalandı; sorgusunda anlaşıldı ki, iki değil, dört yere bomba bırakmıştı.
E niye patlamadı?
Arandı tarandı, anlaşıldı...
Üçüncü bombayı bir çöp bidonunun yanına bırakmıştı.
O bıraktı, üç dakika sonra "çöpçü" geldi...
Bir de ne görsün?
Cep telefonu!
Çekti, kopardı aldı, bağlı olduğu pet şişeden!
Yürüdü, gitti!
Polis, öğrenir öğrenmez, koşarak baktı ki o adrese...
Pet şişe içindeki patlayıcı, duruyordu hálá orada.
Ya dördüncü?
Park halindeki kamyonun altına bırakmış; o gitmiş, iki-üç dakika sonra "şoför" gelmişti.
Bir de ne görsün?
Avanta telefon!
Çekti aldı, bastı gaza...
Park ettiği yerde buldular pet şişeyi; içinde patlayıcı, dışında teller sarkarken...
*
İki cep telefonu vardı.
Bir de büyük bombası.
Hacimli... Poşetlenip, sokağa bırakılacak gibi değildi.
Gitti, bir otomobil satın aldı.
Pazarlık aşamasında da, satın aldığı kişiye cep telefonu numarasını verdi.
Öbür telefonu bağladı bombaya, yükledi otomobile, hedef otobüsün güzergáhına park etti, tam geçerken de, aradı... Patlattı.
Türkiye kahroluyor.
O gülüyordu.
Polis enkazı topladı, patlayan otomobilin izini sürdü, satan kişiyi buldu, ondan da satın alan kişinin cep numarasını.
Takip başlamıştı.
Ama bir sorun vardı...
Cep telefonu "suskun"du.
Patlama anına kadar devamlı konuşma yapan telefon, patlamadan sonra kapatılmış, muhtemelen pilleri bile çıkartılmıştı.
Beklendi, beklendi, beklendi.
24 saat kadar sonra...
O cep telefonundan, bir başka cep telefonuna, mesajla "250 kontör" gönderildi!
Adres bulunmuştu.
Anında ensesine binildi.
Ve, anlaşıldı ki...
Bombacı, kardeşine kıyak yapmış, örgütün parasıyla aldığı kontörlerden 250’sini ona göndermişti... Sadece "mesaj atarak" yakayı ele vereceğini de hiç tahmin etmemişti.
*
35 yıl önce...
3 Nisan 1973...
Amerikalı genç mühendis Martin Cooper, "imkánsız" denileni başarmış, cep telefonunu icat etmişti.
Çıktı sokağa...
Bastı tuşlara...
"İlk" numarayı aradı.
Kimi biliyor musunuz?
Rakibini!
Evet, yememiş içmemiş, hem "gülmek" hem de "kahretmek" için, ilk olarak, aynı proje üzerinde çalışan rakip firmanın mühendisini aramıştı...
Ve "o an"ı şöyle anlatmıştı:
"Aradım... Hey merhaba, ben Martin, seni kablosuz telefondan arıyorum, dedim... İlk duyduğum ses, öfkeli diş gıcırtısıydı!"