Paylaş
Şike savcısı tarihi itirafta bulunmuştu. “Ben Balyoz davasında da çalıştım, şike davasını açtığımız zaman bunun da Balyoz davası gibi 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık, ama yanıldık” demişti. Alabildiğine hazin, bir o kadar da gerçekçi tespitti.
*
Bakın mesela, gene temmuz...
UEFA’daki şike davası manşetlerde.
Yargıtay’daki Balyoz davasından
satır yok.
*
E yaz ortasında penguenliğin de âlemi yok.
Zaten nicedir özlemiştim.
Maltepe’deki arkadaşlarıma gittim.
*
Ön bahçede, tel örgüyle bina arasındaki dört beş metrekarelik boşlukta dut ağacı var. Altına bi masa, sekiz-on sandalye sığıyor. Gölgesine oturduk. Çocuklardan konuştuk.
Kimisi ilkokula başlıyor bu yıl, kimisi yaşadığı kâbusa rağmen üniversite sınavında derece yaptı; Denizhan seninle gurur duyuyoruz. Ece oradaydı. Rüya oradaydı. Cansu ve Aysu geldi. Efe geldi. Beril geldi. Elif geldi. Naz geldi. Ege, Atahan, Cenkay, Omayra geldi. Beray nerede yahu dedim. Meğer, altı yaşındaki bızdığım çarşamba günü uğramış babacığına. Denk gelemedim bu defa sarılmaya.
*
Gezi Parkı’ndan, oradaki gençlik hatıralarından, ağaçlardan filan laflarken... Bi kitap ayracı getirdiler. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, ayva ağacının yapraklarından hazırlamışlar. Hani, nüfus cüzdanlarını ehliyetleri falan şeffaf plastikle kaplarız ya, öyle... İki yaprak, üstünde Mustafa Kemal’in imzası var, altında bi not, “gölgesinde oturduğumuz ayva ağacının yaprakları, Maltepe, 2013” yazıyor.
*
İyi de bu ağaç dut değil mi?
Arka bahçeye götürdüler beni.
Ayva ağacı orada.
Ve, o ayva ağacını oraya Ataol Behramoğlu dikmiş iyi mi... Ataol ağabeyi zamanında buraya tıkmışlar, hayata küseceğine hayatı yeşertmiş, ayva fidanı dikmiş. Ve, yazmış.
*
Maltepe askeri cezaevinin avlusunda, sisler içindeki Büyükada’nın karşısında, oturmuş yazarım bu şiiri. / Eylül başlarında bir cumartesi sabahı, lodos titretiyor ağaçları, yağmur geceden yıkamış çiçekleri / gökyüzü mavi, bulutlar beyaz, ardından baharın geçti koca bir yaz, hapisteyiz hâlâ ve güzün ilk serinlikleri / avlunun dört yanı dikenli teller, tellerin gerisinde nöbetçiler bekler, kapanır uykusuzluktan gözleri / on gündür çocuk sesi duymadım, özledim “baba” deyişini kızımın, özledim beni görünceki sevincini / hayatım benim, kırk yıllık hayatım, seni başarabildiğimce dürüst yaşadım, içim burada da pırıl pırıl şimdi / geçer, güzelim, bu günler de geçer, sökülüp
atılır dikenli teller, koparır halk bir gün zincirlerini...
*
Büyük ozan’ı iftirayla askeri cezaevine tıkacaksın, kızının baba deyişini özleyecek, fidan dikecek, ağaç olacak, gün gelecek pırıl pırıl kurmay albayları iftirayla aynı askeri cezaevine tıkacaksın, o ağacın gölgesinde oturacaklar, baba deyişini özledikleri evlatlarına, o ağacın yapraklarından kitap ayracı yapacaklar...
*
Türkiye niye hâlâ film çevirmek için senaryo arar, inanın bilmiyorum.
*
Ve, o ağacın gölgesinde oturan arkadaşlarımdan biri roman yazdı. İsmi, Kapı... Son rötuşları yapıyor, baskıya göndermeden önce göz atmam için bana verdi. İki gecede yuttum. Sürprizi kaçmasın diye detay anlatmıyorum ama... Sanırım o gölgesinde oturdukları ağacın sihri var. Yıllardır bu kadar iyi kalem okumadım.
*
“Onu, ne zaman sona ereceğini bilmediğim bir özlemle tel örgülerin ardından her gördüğümde, içimdeki ses şunu fısıldadı; ben dünyanın en şanslı insanıyım...”
*
Böyle başlıyor... Haksız muameleye maruz bırakılan “üvey askerlere” ve onların ailelerine adanıyor.
*
İki senedir burdalar. İki senedir hapisler. Hiç bu kadar moralli, hiç bu kadar neşeli görmemiştim onları. Çünkü, Yargıtay’daki davayı son olarak değil, başlangıç olarak görüyorlar. “Ankara’da hâkimler var” diyorlar. Hakikatin, topallayarak da olsa hedefine varacağını düşünüyorlar.
*
Peki, sen ne düşünüyorsun derseniz?
*
Sarılıp ayrılırken, Yargıtay’a verdiği son savunmayı elime tutuşturdu içlerinden biri... O son savunmanın, bana göre her şeyi özetleyen son satırlarını aktarayım sizlere... “Sayın hâkimler, suçun işlendiği anda başka yerde olduğumu, suç aletinin var olmadığını, suçun benim tarafımdan yapılmış olamayacağını resmi belgeler, bilimsel raporlar, bilirkişi raporları, uluslararası resmi belgeler ve tanıklarla ispat ettim. İki yılda toplam 4 dakika konuştum, bana tek bir soru dahi sorulmadı, hiçbir talebim kabul edilmedi. Sizlere tüm içtenliğimle soruyorum. Suçsuzluğumu ispat etmek için daha ne yapabilirim? Gerçek anlamıyla mesleğinin erdemlerini kalbine, aklına, vicdanına yerleştirmiş, insan sevgisi üzerinden adaleti dağıtan bir hâkime rastlayabilmek için Allah’a dua etmekten başka yapılabilecek bir şey var mı? Cevabınız, benim ve ailem için çok önem taşıyor.”
*
Kucaklaştık tek tek.
Her zamanki gibi tel örgülerin ardından el sallayarak uğurladılar beni.
*
Her zamanki gibi onları orada bırakmanın hüznüyle... Ama ilk kez, onları orada son kez ziyaret etmiş olmanın ümidiyle ayrıldım oradan. Hepinize selamları var.
Paylaş