Paylaş
İki Osmanlı kadırgası, Akdeniz’den Atlas Okyanusu’na çıkacak, Afrika’yı dolaşıp, Basra Körfezi’ne gidecektir. Abdurrahman Efendi, bu kadırgaların “kadı”sıdır. Alex de Souza’nın memleketi Brezilya’ya uğrarlar. Rio limanına demir atarlar. Görürler ki, Afrika’dan getirilmiş köle Müslümanlar var; namazı doğru kılmıyorlar, orucu yanlış mevsimde tutuyorlar. Abdurrahman Efendi, büyük bi fedakârlıkta bulunur, ulema’ya ihtiyaçları var diyerek, Brezilya’da kalır, hepsine dinimizi öğretir, dört sene filan sonra İstanbul’a döner, hatıralarını yazdığı “Brezilya Seyahatnamesi”ni kaleme alır. Abdurrahman Efendi’yi Abdurrahman Efendi’nin kaleminden okuyanlar, Abdurrahman Efendi’yi sevgiyle yâd eder.
*
Ancak... Hatıralarını kaleme alan biri daha vardır. Kadırgaların mühendisi Faik.
*
“Türk Denizcilerin İlk Amerika Seferi” isimli kitabında şunları anlatır.
*
İki Osmanlı kadırgası, Akdeniz’den Atlas Okyanusu’na çıkacak, Afrika’yı dolaşıp, Basra Körfezi’ne gidecektir. Bağdat Kadısı Abdurrahman Efendi, Bahriye Kadısı tayin edilir ve bu kadırgalara atanır. Akdeniz’i geçerler, Cebelitarık’tan çıkarlar, ki, gökyüzü kararır, bi fırtına bi hortum kardeşim, rotayı kaybederler. Git babam git, aha Afrika sahilleri diye, yanlışlıkla taaa Brezilya’ya çıkarlar iyi mi... Rio limanına demir atarlar. Davetsiz misafir, giriş izinleri yok. Brezilyalılar “siz kimsiniz azizim?” diye sorar. “Pardon muhterem, iki-üç gün idare ediverin, hava düzelsin kaçıcaz” cevabını verirler. Mecburen “peki” denir ama, karaya inmeleri yasaklanır, bastırın parayı, yiyeceğinizi içeceğinizi sandallardan satın alın... Öyle yaparlar. Rio limanında, sandalla getir götür işlerine bakan köle Müslümanlar vardır. Kadırgalara et’tir ekmek’tir su’dur taşırken, bizim levendlerin namaz kıldığını görürler. Bakarlar ki, başlarında kılık kıyafet itibariyle “ulema” var, Abdurrahman Efendi... “Şeyh” demeye başlarlar, küçük küçük hediyeler getirirler. Hatta, şeyh’in ne dediğini anlamak için mağripli tercüman bile ayarlarlar. Gel zaman git zaman, hava güzelleşir, kadırgalar yola çıkmak üzeredir. Abdurrahman Efendi’nin zaten Bağdat’ta hayatı kaymış, Basra gözünde büyüyor, e burda da el üstünde tutuluyor, kızlar fıstık, “ben kalıyorum abi” der... Kriz çıkar. Çünkü, Brezilya yasalarına karşı sorumlu tutulacak olan kaptan, “karaya ayak basmamız yasak, senin yüzünden bizi oyarlar, inemezsin” der. O akşam ne olur biliyor musunuz? Abdurrahman Efendi sırra kadem basar! Kaptan telaşlanır, Brezilyalı yetkililere haber verir, “bizim kadı kaçtı, yakalayın” der. Ararlar, tararlar, kadı yok. İhbar etme görevini yerine getiren kaptan, suçsuz bulunur, kadırgaların limandan ayrılmasına izin verilir, Abdurrahman Efendi Brezilya’da kalır.
*
Mühendis Faik’in hatıraları burada bitiyor. Abdurrahman Efendi’ye dönersek... Ekmek elden su gölden, hayatını yaşar, evlenir, dört sene sonra sıkılır, İstanbul’a döner, “menajer”liğe soyunur, “Brezilya’da tanıdıklarım var, ticari ilişkiler sağlayabilirim” der. Bakar ki, kimse yemiyor, oturur, o zamanlar tivitir yok haliyle, “Brezilya’yı nasıl Müslüman yaptığını” anlatan kitabı yazar.
*
Ve bu mesele 150 senedir tartışılır... Abdurrahman Efendi mi doğru söylüyor, Mühendis Faik mi? Kimisi Abdurrahman Efendi’yi “yalan”cılıkla suçlar, kimisi Mühendis Faik’in “iftira” attığını öne sürer.
*
Tıpkı, 150 sene sonra benzer bi “Brezilya macerası”yla karşı karşıya olduğumuz gibi... Kimisi Alex’i “yalancı”lıkla suçluyor, kimisi de Aykut Kocaman’ı “müfteri” ilan ediyor.
*
Benim fikrimi sorarsanız.
Bizde bu kafa olduğu sürece...
“Aynı gemideki” insanların doğru’ları bakış açısına göre değiştiği sürece...
Her mevzuda senden-benden “kamplaşma” hastalığımız olduğu sürece...
Her sakallıyı ulema, her seçim kazananı padişah, her transferi kral-imparator sandığımız sürece...
Kimin haklı olduğunun önemi yok.
*
Neticede Alex...
Kadı Abdurrahman Efendi’nin rövanşıdır.
Bi rüzgârla Türkiye’ye savruldu, efsane ilan ettiler, heykelini diktiler, 25 milyon euro verdiler, kaptı, gitti.
1-1 oldu.
Paylaş