17 Mart 2010
Başbakanımız, bi açılım daha patlattı, “kırmızıyı severler, birbirini överler” dedi.
“Birbirini överler” lafını duyan Kiboş, dayanamadı haliyle, “Çok yakışıklı adamsın, üstüne tanımam anacım” dedi.
Ahırkapı Orkestrası’nın solisti altta kalır mı...
Faytoncular derneği başkanının “veresin tokicikleri, alasın oyucukları” şeklindeki konuşmasının ardından... Nikâhsız yaşayan Roman vatandaşlarımıza “çalayım komparsitacıkları, atasın göbecikleri” eşliğinde evlilik cüzdanı dağıtıldı.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2010
Harala güreleden yazmaya fırsat bulamadık... Kültür Bakanımız, “Bu toprakların çocuklarıyla bu toprakların şarkısını söyleyelim” filan diyerek, Şivan Perver’i sahneye davet etti ve koro halinde “Bir Başkadır Benim Memleketim”i söylediler. *
Halbuki, o şarkı bu toprakların şarkısı değildir maalesef, İsrail ilahisidir... Rabi Elmelek, 14’üncü yüzyılda bestelenmiş İbrani ezgisi... Çakmadır yani.
*
Aslına bakarsanız, Kültür Bakanımız da, çakma AKP’lidir, orijinal değildir. Silahlı kuvvetler hakkında atıp tutuyor ama, eskiden Ordu’da avukattı kendisi... Sanatla manatla pek alakası yoktu. Kendisinden önceki Kültür Bakanımız da “emniyet müdürü”ydü zaten.
*
E haliyle...
Çakma sağcı kültür bakanımızın, çakma Memleketim’i söylediği dakikalarda, Devlet Resim Heykel Müzesi’ndeki tabloların araklanarak, yerlerine çakmalarının konduğu ortaya çıktı.
*
Böylece...
Karşısına geçip, sağ elini çenesine, işaretparmağını yanağına koyarak “hımmm, sürrealist” diye ahkâm kesen avangard arkadaşların, yıllardır, çakma tablolara yorum yaptığı anlaşıldı.
*
Peki, “Kültürümüze kim sahip çıkacak, o tablolar nasıl bulunacak?” derseniz... Anlatayım.
*
Hadise, Uşak’ta geçiyor...
*
Soyguncu köylüler, Karun Hazinesi’ni kaçak kazıyla soyuyor. Satıyor. Devletin haberi yok. Ama, gel gör ki, soyguncu köylüler soygun parasını kırışırken, kavga çıkıyor. Soyguncu köylüler tarafından “mağdur” edilen soyguncu köylü, devlete ihbar mektubu yazıyor, “Soyuldum” diyor. Kendisi gibi soyguncu olan köylüleri ispiyonluyor. Böylece, hazine sahibi olduğunu bilmeyen devlet, hazinesinin soyulduğunu öğreniyor. Soyguncu köylüler içeri giriyor, hazine buhar... Gel zaman git zaman, soyulan hazinenin New York’ta satılmak üzere sergilendiği anlaşılıyor. Devlet, Amerikalılara başvuruyor, “Bizden soyuldu” diyor. Amerikalılar da, “Bi daha soydurtmayın” diye tembihleyerek, hazineyi devlete veriyor. Soyulan hazine, soyulduğu yere, Uşak’a getiriliyor, müzeye konuyor... Gel zaman git zaman, tarladan soyulan hazine, bu sefer müzeden soyuluyor. Devletin gene haberi yok. Hazineyi müzeden soyanlar, yerine çakmasını bırakıp, orijinal parçayı İstanbul’da satmaya çalışıyor. Gel gör ki, alıcı kılığındaki alıcılar, soyguncu çıkıyor... Hazineyi müzeden soyanları soyuyor. Hazineyi müzeden soyanlar soyulunca, tırıs tırıs Uşak’a dönüyor, tanıdık bir polise haber veriyor, “Soyulduk” diyor. Polis de soyguncu çıkıyor iyi mi... Hazinenin soyulduğunu devlete haber vereceğine, alıcı kılığındaki soyguncuların peşine düşüyor. Bulamıyor. Uşak’a geri dönüyor, hazineyi soyanlarla buluşup, “Soyguncular kaçmış” diyor. Aralarında kavga çıkıyor. Hazineyi müzeden soyanlardan biri, devlete ihbar mektubu yazıyor, alayını ispiyonluyor. “Bunlar hem soydu, hem soyuldu, arada ben mağdur oldum” diyor... Böylece, hazine sahibi olduğunu zanneden devlet, hazinesinin soyulduğu öğreniyor. Birileri içeri giriyor, hazine buhar... Amerikalılarla iade görüşmeleri sürüyor.
*
Dolayısıyla.
Devlet Resim Heykel Müzesi’ni soyan arkadaşlar, eli kulağındadır, bugün yarın birbirini ispiyonlar... Kültürümüzde sadece soygun yok çünkü, Allah’a şükür ki, ispiyon da var... Tabloları bulamasak bile, en azından akıbetini öğreniriz. Sıkmayın canınızı.
Yazının Devamını Oku