27 Haziran 2010
Zürih’ten havalanan Swissair uçağı, Washington’a gidiyordu. Atlantik üzerindeydiler... 75 yaşındaki first class yolcusu, eklemlerini hareket ettirmek için koridorda yürümeye başlamıştı ki, eski gizli servis elemanı olan koruması yanına geldi, suratı allak bullak, sadece ikisinin duyabileceği şekilde mırıldandı, “Sayın başkan, iki uçak Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpmış!”
¡
Hani, inanılması imkânsız şeyleri duyunca, “Hadi canım” der gibi müstehzi bi ifade olur ya, işte o ifade oturmuştu yaşlı adamın mimiklerine... “Pilot sizinle görüşmek istiyor” dedi koruma... Kokpite girdiler. Uçaklar kaçırılmış, iki tanesi Dünya Ticaret Merkezi’ne, biri Pentagon’a çakılmış, biri de kayıptı, derhal İsviçre’ye geri dönüyorlardı. “Kanada’ya inemez miyiz?” diye sordu yaşlı adam, kaptan kestirip attı, “Zürih’e dönüyoruz” dedi, emir böyleydi.
¡
Pearl Harbor’dan beri ilk kez Amerikan topraklarına saldırı yapılıyordu.
¡
Tarih, 11 Eylül 2001... O yaşlı yolcu, dünyanın etrafında döndüğü dolar’a hükmeden, Amerikan Merkez Bankası’nın efsane Başkanı Alan Greenspan’di.
¡
Döndü, oturdu yerine, koltuğuna bağlı telefona sarıldı, kaput, hatlar kilit... Yerdekiler bile birbiriyle konuşamıyordu, havadaki nasıl konuşsun? Düşündü kara kara, 3.5 saat boyunca... Her gün 4 trilyon dolar pompalayan dünyanın motoru Amerikan ekonomisi felce uğrayacak, korku “küresel kartopu” etkisi yapacaktı.
¡
Ve, herkesin bi şey desin diye ağzına baktığı kişi, havada, pencereden dışarı bakıyordu.
¡
İndiler nihayet... Ayağı yere basar basmaz, “Çalışır bi telefon bulun bana” dedi. Buldular. Amerikan Merkez Bankası Başkanı, tarihi kriz hakkında ilk talimatını verecekti. Herkes nefesini tuttu. Tuşladı telefonu, saniyeler sene gibi... Ve, “Andrea... İyi misin?” dedi!
¡
Dünya ekonomisinin en önemli adamı, dünya biraz beklesin demiş ve ilk önce eşini, sevdiği kadını aramıştı.
¡
9 sene sonra, tarih 2010... Servis otobüsünün penceresinden dışarı bakıyordu genç adam, mutlu bir gülümseme vardı yüzünde... Yıllarca arazide, zor şartlarda yaşamış, vuruşmuş, nihayet İstanbul’a tayin olmuş, 2 yaşındaki kızının huzurlu geleceği için hayaller kuruyordu. Ki, bomba patladı... Tahribi arttırmak için konulan çivilerden biri boynuna saplanmıştı. Tecrübeli askerdi, vaziyeti anlamıştı, son bir gayretle cep telefonunu çıkardı, tuşladı...
¡
Atlantik’in ötesinde değil, iki kilometre ötede, lojmanda, Kardelen Elif’in telefonu çaldı... 10 dakika önce öperek uğurladığı eşi arıyordu. Açtı. “Canım” dedi, sesi gelmedi maalesef, son nefesi geldi. Feleğin çemberinden defalarca geçmiş olan kahraman çavuş, felaket anında, son kez ama, aslında ilk önce... Sevdiği kadını aramıştı.
¡
Eminim “İyiyim, merak etme” demeye gayret ediyordu... Ve, “Seni seviyorum” demeye.
¡
Şu an 84 yaşında olan Amerikan efsanesi Alan Greenspan “Türbülans Çağı” isimli kitabında anlatmıştı kendi öyküsünü... Türbülanstan türbülansa savrulan Türkiye’nin kahramanı 28 yaşındaki Çağlar’ın öyküsü ise, bırakın kitap olmayı, kıytırık haber olmayı bile zor başardı.
¡
Halbuki, her terör saldırısı, uçakların gökdelenlere çarpması gibi bi şey aslında... New York’ta olduğu için daha önemli, Halkalı’da, Şemdinli’de olduğu için daha önemsiz değil.
¡
İster Swissair’in first class’ında dünyanın patronu Amerikalı ol, ister servis otobüsünün dandik koltuğunda uzman çavuş maaşıyla kıt kanaat geçinmeye çalışan Türk... Hissettikleri aynı.
¡
Pencereden dışarı bakarak yazıyorum bu satırları size ve çok düşündüm, sonunu bağlamamaya karar verdim... Yanınızdaysa yüz yüze, uzaktaysa kaldırın telefonu ilk arayacağınız kişiye; eşe, sevgiliye veya bir türlü açılamadığınız kıymetliye... Ne zaman gireceğimiz belli olmayan türbülans anının, cümlelerini siz bağlayın.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2010
Son bir ayda... 440 Filistinli
285 Myanmarlı
185 Somalili
109 Pakistanlı
22 Eritreli
Bi o kadar İranlı, Gürcü, Iraklı, Suriyeli, Tunuslu, Mısırlı, Yemenli, Faslı, Sudanlı, Moritanyalı, Bangladeşli, Ruandalı girdi sınırlarımızdan kaçak olarak... En az!
Çünkü bunlar, şehirde yakalananlar...
Yakalanmayanların sayısını bilmiyoruz.
Sınırlarımız elek.
O nedenle, sınırımızı şakır şakır geçip karakollarımızı basıyorlar, deniz üssümüzü roketleyip, yollarımızı kesip, mayınlayıp, lojmanlarımızı tarıyorlar takır takır.
O nedenle, her ne kadar yalaka yazarlarımız “çömeldiği yerde gül biter” dese de, bu ülkenin Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı, kendi topraklarımızda çömelmek zorunda kalıyor.
O nedenle, bu devletin bakanı, dağlık sınırımızı az öteye, az beriye kaydıra kaydıra savunmayı teklif ediyor... Sanırsın, nefesi tükenmiş 56 model Magirus’tur devlet...
Düz ovada gidiyor, yokuşta çekmiyor!
Ve, hal böyleyken...
İstanbul Havalimanı VIP salonundaki kalabalığı görünce fena halde sinirlendi Başbakanımız... Derhal valiyi filan çağırdı, fırçaladı, her önüne gelenin VIP’e sokulmamasını istedi; VIP’e giren çıkanın bizzat takipçisi olacağını söyledi.
Nedir VIP?
Very Important Person.
Türkçesi, çok önemli kişi.
ÇÖK yani.
Böylece, memleketimizin kanayan yarasına parmak basılmış oldu... Devletin önemli kişileri ÇÖK’üyor diye, öyle her önüne gelen ÇÖK’emeyecek artık.
Genelgesi var, kuralı var, nizamı intizamı var bu işin kardeşim... Sadece ÇÖK’mesi gerekenler ÇÖK’ebilecek.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2010
Bir varmış, bir yok’muş...
Muş’ta bir köy evi, 40 kişi birlikte yaşıyor’muş, dede, babaanne, amcalar, yengeler, çocukları, ana, baba, bi de Elif...
Memleketi idare ediyor’muş gibi yapanlar için, ha varmış ha yok’muş.
* * *
Hayaller kuruyor’muş, öğretmen olmak istiyor’muş Elif ama, okutulmuyor’muş, hatta az daha 16’sında evlendiriliyor’muş, Allah’tan hala oğlu mert çocuk’muş...
Beşik kertmesi bozul’muş.
Yazının Devamını Oku