19 Ağustos 2010
İşlerine geldiği zaman “Hepimiz Ermeniyiz” der bunlar, işlerine geldiği zaman “Bunun anası Ermeni” der... <br><br>Halbuki, ne hepimiz Ermeniyiz, ne de bir annenin Ermeni olmasıdır önemli.
*
Bakın, hazır “Soy önemli soyyy” diye bağırılırken, yaşanmış öykü anlatayım size.
*
Derviş Özer, tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltıraş. 90’lı yılların başı... Tatile giderken, Afyon’da mola verir. Çay bahçesine kalabalık bir grup insan gelir o sırada, üstleri başları perişan, alayı gariban, ağlamaktan gözleri şişmiş... “Hayrola?” der. Şehit cenazesi taşıyan köylülerdir.
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2010
Avanta dağıtana dua edip, avantası kesilince beddua edene... Akmayan çeşme başında, boş bidonu kameraya sallayarak “elim kırılsaydı” diye bağırana “bidon kafa” demiştim.
*
Vay sen misin bunu diyen...
3 sene küfrettiler.
Yalaka tayfası 3 bin makale filan yazdı.
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2010
Yusuf Erçin Sönmez.<br><br>Doktor Frankenstein. Garibanların böbreğini söküp, parayı bastırana takıyor. Bu sefer, Azerbaycan’da ortaya çıktı.
*
İlk kez, değerli ağabeyim Uğur Dündar tarafından yakalanmıştı. Sırf benim bildiğim, en az 5 defa suçüstü yaptı. Kanundaki boşluktan faydalanıp her seferinde yırttı. E baktılar olacak gibi değil, güzel bi kanun çıkaralım dediler, güzel bi kanun çıkarıp “gizli kamera”yı yasakladılar!
*
Ki, yakalanmasın.
*
Organ ticareti serbest, gizli kamera yasak olunca, “organ’izatör” gitti, hastane açtı iyi mi...
*
Gizli kapaklı iş yapmasına gerek kalmamıştı, açık kameralara sırıta sırıta hastanesine giriyor, kanun koruması altında, gözümüzün içine baka baka,
kes-yapıştır’a devam ediyordu.
*
Allah’tan yabancı ülkelerde gizli kamera serbest... Böylece, ihracata başladığı, bizim garibanların eline üç-beş tutuşturup, 100 katına Fransız’a, İngiliz’e taktığı ortaya çıktı... İthalat da yapıyordu aynı zamanda, Moldovalıdan Rumen’den söküyor, İsrailliye monte ediyordu.
*
Diplomatik sıkıntı oldu tabii... Baktılar olacak gibi değil, güzel bi kanun daha çıkaralım dediler, güzel bi kanun daha çıkarıp, “bağış” maddesi getirdiler... Yani? Böbreğini söktüğü garibandan “Para almadım, bağışladım” imzası alırsa, yırtıyordu Frankenstein!
*
“Gizli kamera yasağı” ve “bağış” kıyağıyla, “kanun koruması altında” doğramaya devam etti.
*
Sonra?
*
Mafya, garibanın birini getirmiş, böbreğini söktürmüş, ancak, parayı alamamıştı. Hastaneyi bastılar. Frankenstein, “Beni korusa korusa devlet korur” dedi, haklı adam, polisi aradı. “Burda insan tacirleri var, yardım edin” dedi. Polis koştu. Mafyaya “Teslim ol” çağrısı yaptı. Çatışma çıktı. Bir polis yaralandı. Olsun, Frankenstein kurtarılmıştı... “Mafyacılar saklanmış olabilir” düşüncesiyle hastanede arama yapıldı, gizli bölmelerde, böbrek taktırmak üzere bekleyen, üç İsrailli, bir Güney Afrikalı bulundu. Frankenstein, “Onlar mafya değil, onlar benim” dedi.
“Ha, iyi o zaman” deyip bıraktılar.
*
(Aslına bakarsanız, hastane mühürlüydü... Orada değil organ nakli, sivilce sıkması bile yasaktı... İşin o tarafıyla kimse ilgilenmedi.)
*
Polis filan vurulduğu için, lütfedip, hâkim karşısına çıkardılar Frankenstein’ı... Kanunu hatırlattı, “Para mara vermedim, bağış o” dedi... Zaten aynı kanun, güya 15 sene hapis öngörüyordu ama, 2 seneye kadar hapis cezalarını erteliyordu... Frankenstein’a da verile verile 1 sene hapis verildiği için, ilk duruşmada “kanunen” tahliye edildi, çıktı gitti.
*
Bu arada...
*
Türkiye’de ilk böbrek naklini gerçekleştiren, ilk Transplantasyon Merkezi’ni kuran, bırak Türkiye’yi, Avrupa’da ilk kez çocuğa, dünyada ilk kez yetişkine canlıdan karaciğer nakli yapan, binlerce insanımızın hayatını kurtaran, Türkiye’nin uluslararası literatürde en fazla bilimsel yayını bulunan rektörü, “organ tacirleriyle savaşan” Profesör Mehmet Haberal, “organ”ize çete kurmaktan, 1.5 senedir hapiste... Mahkemesi bitmek tükenmek bilmiyor, babası vefat etti, “kaçar maçar” diye cenazeye gitmesine bile “kanunen” izin verilmedi.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2010
Üniversite sonuçları açıklandı. Çocuklarımız “başarı sıraları”na göre fakültelerine yerleştiler. *
Niye başarı sırasına göre?
Çünkü, en iyi üniversiteler en iyi öğrencileri alıyor... İşe girerken de, en iyi üniversitelerden mezun olan en iyi öğrenciler en önce tercih ediliyor.
*
E merak ettim...
Hükümetimize baktım.
Üniversite başarı sıraları ne?
*
Listenin başında, Ali Babacan ile Recep Akdağ var; ilk 5 bine girmeyi başarmışlar... Onların ardından Cevdet Yılmaz geliyor, yaşıtları arasında ilk 7 binde yer almış.
*
Dördüncülük sırası kalabalık, Cemil Çiçek, Hayati Yazıcı, Nimet Çubukçu ve Ertuğrul Günay, 8 bin arasına girmiş... Bülent Arınç, Sadullah Ergin, Beşir
Atalay da hukuk mezunu ama, onların fakültesi daha düşük puanla alıyor, 20 bin gerideler, 28 bine girmişler.
*
Vecdi Gönül, ilk 10 binde.
Binali Yıldırım, 17 bin.
Taner Yıldız 25 bin.
Veysel Eroğlu da 25 bin.
*
Sonrasında makas açılıyor, Mehmet Şimşek 36 bin, Zafer Çağlayan 38 bin, Selma Aliye Kavaf 52 bin, Faruk Çelik 60, Mehmet Aydın 65, Faruk Nafiz Özak 80, Mehdi Eker 100 bin.
*
Başbakanımız?
Anca 106 bine girmiş.
*
Yani, üniversite başarı sırasına göre “en arka”da yer alan, “en ön”e geçmiş.
*
İncelemedim ama, eminim, CHP’de de böyledir, MHP’de de.
*
Obama, Harvard mezunu... İngiltere Başbakanı, Oxford... Nobel ödüllü mezunları olan Saint Petersburg diplomalı Putin... Biz henüz İstanbul’u fethetmeden önce 1409’da kurulan Leipzig Üniversitesi’nden Angela Merkel... Dünyanın hayranlıkla izlediği Çin’i 9 kişi yönetiyor, 8’i yüksek mühendis, 1’i hukuk ve ekonomi profesörü.
*
Kimseyi rencide etmek, herhangi bir fakülteyi küçümsemek manasında söylemiyorum... Ama şurası açık; ya üniversite sıralamasında hata yapıyoruz,
ya ülke yönetiminde.
*
“Hayat üniversitesi” palavrasına sarılacaksak eğer, sorarım... İlkokul mezunu ama, Allah vergisi zekâlarıyla dolar milyarderi olan işadamlarımız var, üniversitede ilk 250 bine girebilmiş
Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’i şirketlerine genel müdür yaparlar mı?
*
Ne zaman özel sektörde CEO olmayı başarmış bi çalışma bakanımız olacak bizim? Doktor olmasına doktor ama, ne zaman uluslararası platformda öne çıkmış bi sağlık bakanımız olacak? Hayat illa maddi başarı değildir, aynen katılıyorum, ne zaman arkeolog bi kültür bakanımız olacak? Madem çocuklarımızı kamçılıyoruz oralara girsinler diye, neden en yüksek puanla öğrenci alan üniversitelerimizin rektörleri eğitim bakanı olamıyor? Uzmanlık ister, bu kompleks niye... Ne zaman emekli orgeneral bi savunma bakanımız olacak?
*
Bir yandan, çocuklarımız en iyi üniversitelere girsin diye kıçımızı yırtıyoruz... Bir yandan, siyasetçi esnafının en iyi çocuklarımızı siyasete sokmamasını armut gibi seyrediyoruz!
*
En iyi üniversitelere giremediği için, giriyor bi partiye, gençlik kollarına filan, senin çocuğun amfide ter dökerken, il başkanının getir götür işlerine bakıyor, sonra ver elini Meclis, milletvekili oluyor... Sen de merak ediyorsun sonra, niye iyi yönetilmiyoruz, niye benim çocuğum onca diplomaya rağmen işsiz kalıyor?
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2010
Kültür Bakanlığı’nın el sürülmemiş tozlu çekmecelerinde yapılan ince’leme sırasında, “Atatürk’ün orijinal sesi” bulundu... Meğer, bugüne kadar dinlediğimiz sesi, o dönemin kayıt teknolojisi gereği tiz çıkıyormuş, aslında, tok ve gür olduğu ortaya çıkmış... Orijinal ses “Mimar Sinan Üniversitesi” tarafından günümüz teknolojisine uyarlanacak ve kamuoyuna açıklanacakmış. *
(Memleketi kurtardı diye, illa basbariton olmak zorunda değil tabii... Ama, ince değilmiş.)
*
Şimdi koyun bunu bi kenara...
*
AKP’li “Mimar Sinan” Belediye Başkanı, megafonla fıkra anlatmış, Atatürk’ün bir efeyle arasında geçen hayali diyaloğundan yola çıkarak, “nonoş” olduğunu ima etmiş, kanıt olarak da şekerli kahve istemesini ve sesinin “incecik” olmasını göstermişti... Sırıtarak.
*
2005’te anlatmıştı fıkrayı.
2007’de basına yansıdı.
*
Her zamanki gibi “kendi görüşüdür, partimizi bağlamaz” demişler, göstermelik disiplin cezası vermişler, sonra da “Mimar Sinan” belediyesini kapatarak, Büyükçekmece’ye bağlamışlardı.
*
Nasıl olsa ahali unutur gider diye, “çekmece”ye kaldırmışlardı yani.
*
Yok öyle!
*
İşte belge...
AKP’li “Mimar Sinan” belediye başkanının iftirası, takdir-i ilahi, “çekmece”ye kaldırılan tozlu raflardan, bizzat, “Mimar Sinan” Üniversitesi tarafından ortaya çıkarıldı!
*
2005’te anlattı.
2007’de duyuldu.
2010’da bilimsel olarak yalanlandı.
*
Bakalım, “öbür çekmeceler”in açılması, “öbür iftiralar”ın ortaya çıkması kaç sene sürecek...
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2010
- Dereleri sattınız mı?<br><br>- Satmadık.
- Ya ne yaptınız?
- Devrettik.
- Ha, o başka.
*
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2010
“İlk sevgili”dir kızlar için babaları.
Hayatındaki ilk erkek...
Günü gelince “Beni bir başka erkekle aldatabilirsin” diyebilen “tek erkek” aynı zamanda.
*
15 yaşındaymış Nazlıcan, babası Tuncay Özkan içeri tıkıldığında... 4 ay sonra 18’ine basıyor. “Aralıksız her gün mektup yazıyorum babama, o da bana her gün cevap yazıyor” diyor.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2010
Başbakanlık’la Genelkurmay siperlerini “kırmızı çizgi” gibi birbirinden ayıran “Milli Müdafaa” caddesindeki “Planlı” Yaş Tatbikatı’nın sızma, püskürtme, indirme, çıkarma manevraları sona erdi.
“Ak” kuvvetlerle “kara” kuvvetleri arasında icra edilen ve Cumhurbaşkanı’nın “seçkin gözlemci” olarak takip ettiği “müşterek fiili atışlı” tatbikatın “caydırıcı” neticeleri şöyle...
*
“İlk er” emekliye ayrıldı.
“Durmak yok, yola devam” taktiği kapsamında “koşan er” Genelkurmay başkanı oldu. (Tek kusuru İzmirli olması!)
Yazının Devamını Oku