7 Eylül 2010
Mehmet Celalettin.
1899 doğumlu.
Diyarbakır Ulu Camii’nde müezzindi... Mustafa Kemal, Diyarbakır ziyaretinde ezan okurken duydu onu, çağırdı yanına, musikiyle ilgilenmen lazım, dedi. Aklına girdi. Yerel türküleri derlemeye, söylemeye başladı. Ahalinin teşvikiyle İstanbul’a gitti. Plak yaptı. Patladı... Davet edildi, aklına müziği sokan Mustafa Kemal’in sofrasında türkü söyledi. Şark bülbülüsün sen, demişti Mustafa Kemal... Soyadı kanunu çıktı, adını da soyadını da değiştirdi, “Celal Güzelses” oldu. Esmerim biçim biçim’i derleyen odur... Hele yar zalım yar’ı efsane yapan da.
*
Sene 1943.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2010
Okurlar sipariş veriyor:“İzmirli... Yazsana şunu, nedir bu Allianoi meselesi?” 2 bin 200 senelik mevzu olduğu için, uzundur, sabırla okumanızı rica ediyorum.
¡
Çanakkale Troas’ı Münster Üniversitesi’nden Profesör Hans Wiegartz çıkarıyor. Aydın Aphrodisias’ı New York Üniversitesi’nden Profesör Roland Smith çıkarıyor. Muğla Letoon’u Fransız Anadolu Enstitüsü’nden Profesör Didier Laroche çıkarıyor. Afyon Amorium’u İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nden Doktor Christopher Lightfoot çıkarıyor. Malatya Aslantepe’yi Roma Üniversitesi’nden Profesör Marcella Frangipane çıkarıyor. Çorum Hattuşa’yı Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Doktor Jürgen Seeher çıkarıyor. Kırşehir Kaman’ı Japonya Kültür Merkezi’nden Doktor Sachihiro Omura çıkarıyor. İzmir Ephesos’u Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nden Ordinaryüs Fritz Krinzinger çıkarıyor. Muğla Labraunda’yı İsveç Uppsala Üniversitesi’nden Doçent Lars Karlsson çıkarıyor. Hatay Tayinat’ı Kanada Toronto Üniversitesi’nden Doçent Timothy Harrison çıkarıyor. Bursa Barçınhöyük’ü Hollanda Arkeoloji Enstitüsü’nden Doçent Fokke Gerritsen çıkarıyor. Denizli Hierapolis’i Lecce Üniversitesi’nden Doktor Francesco D’andia çıkarıyor. Ankara Gordion’u Berkeley Üniversitesi’nden Profesör Kenneth Sams çıkarıyor. İzmir Pergamon’u Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Felix Pirson çıkarıyor. Eskişehir Pessinus’u Belçika Gent Üniversitesi’nden Profesör John Devreker çıkarıyor. Niğde Porsukhöyük’ü Fransız Anadolu Enstitüsü’nden Profesör Dominique Beyer çıkarıyor. Konya Çatalhöyük’ü Stanford Üniversitesi’nden Profesör Ian Hodder çıkarıyor. Yozgat Çadırhöyük’ü Chicago Üniversitesi’nden Doktor Ronald Gorny çıkarıyor. Kahramanmaraş Domuztepe’yi California Üniversitesi’nden Profesör Elizabeth Carter çıkarıyor.
¡
Soluklanın. Devam.
¡
Aydın Didyma’yı Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Andreas Furtwangler çıkarıyor. Mersin Elaussa’yı Roma Üniversitesi’nden Profesör Eugenia Schneider çıkarıyor. Yozgat Kerkenezdağ’ı İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nden Doktor Geoffrey Summers çıkarıyor. Şanlıurfa Göbeklitepe’yi Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Klaus Schmidt çıkarıyor. İzmir Kızılburun’u Amerikan Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Donny Hamilton çıkarıyor. Antalya Limyra’yı Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nden Doçent Thomas Steiner çıkarıyor. Aydın Milet’i Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Volkmar von Graeve çıkarıyor. Burdur Sagalassos’u Belçika Leuven Üniversitesi’nden Profesör Marc Waelkens çıkarıyor. Manisa Sardis’i California Üniversitesi’nden Profesör Crawford Greenwalt çıkarıyordu, şimdi, Harvard Üniversitesi’nden Profesör Nicholas Cahill çıkarıyor. Gaziantep Tilmen’i Napoli Üniversitesi’nden Doçent Nicola Marchetti çıkarıyor. Çorum Boğazköy’ü Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Doçent Andreas Schachner çıkarıyor. Niğde Tyana’yı Padova Üniversitesi’nden Profesör Gudio Rosada çıkarıyor. Adana Sirkelihöyük’ü Tübingen Üniversitesi’nden Doçent Miroslav Novak çıkarıyor. Antalya Xanthos’u Bordeaux Üniversitesi’nden Profesör Jacques des Courtils çıkarıyor. Mersin Yumuktepe’yi Lecce Üniversitesi’nden Profesör Isabella Caneva çıkarıyor. Kütahya Aizanoi’yi Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Ralf von Hodder çıkarıyor. Gaziantep Zincirlihöyük’ü Chicago Üniversitesi’nden Doçent David Scholen çıkarıyor. Ağrı Ziyarettepe’yi Fransız Anadolu Enstitüsü’nden Doktor Catherine Marro çıkarıyor. Antalya Cragum’u Nebraska Üniversitesi’nden Doçent Michael Hoff çıkarıyor. Aydın Priene’yi Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Profesör Wulf Raeck çıkarıyor. İzmir Kyme’yi Calabria Üniversitesi’nden Profesör Antonio la Marca çıkarıyor. Gaziantep Doliche’yi Münster Üniversitesi’nden Profesör Engelbert Winter çıkarıyor. Sivas Başören’i Marburg Üniversitesi’nden Profesör Andreas Karpe çıkarıyor. Muğla Iasos’u İtalya Arkeoloji Müzesi’nden Doktor Fede Berti çıkarıyor. Samsun Oymaağaç’ı Berlin Üniversitesi’nden Doçent Rainer Czichon çıkarıyor.
¡
Isparta Pisidia’yı Vatikan Enstitüsü’nden Profesör Vincenzo Ruggieri çıkarıyor birader.
¡
Sonra?
¡
Alliaoni’yi Trakya Üniversitesi’nden Doçent Ahmet Yaraş çıkarmaya çalışıyor... “Hadi len ordan, biz baktırdık, Allianoi diye bi yer yok” diyorlar!
¡
Yakalamışlar çünkü, böyle lokum gibi ahaliyi...
E muck muck tabii.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2010
Fevzi Budak.<br><br>Erzurum Milli Eğitim Müdürü... <br><br>AKP iktidar oldu, 2003’te görevden alındı, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (Bir) *
Beş gün sonra...
Görevden alındı, Şırnak’a gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (İki)
*
Bir gün sonra...
Görevden alındı, Ankara’ya gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (Üç)
*
Bir gün sonra...
Görevden alındı, Muş’a gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (Dört)
*
Beş gün sonra...
Görevden alındı, Ankara’ya gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (Beş)
*
Bir ay sonra...
Görevden alındı, Kütahya’ya gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (Altı)
*
Bir ay sonra...
Görevden alındı, Çanakkale’ye gönderildi, mahkemeye başvurdu, Erzurum’a geri döndü. (Yedi)
*
Üç ay sonra...
Görevden alındı, İstanbul’a gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri gönderildi. (Sekiz)
*
(Başbakanımızın askerlik arkadaşı olan AKP milletvekili adayı, üç defa, Fevzi Budak’ın yerine Erzurum Milli Eğitim Müdürü yapıldı... Gözünü budak’tan sakınmayan Fevzi, üç defa mahkemeye başvurdu, başbakanımızın askerlik arkadaşını üç defa görevden aldırdı!)
*
(Fevzi Budak, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Necat Birinci’yi şikayet etti. Yargıtay, Necat Birinci’yi görevini kötüye kullanmaktan beş ay hapis cezasına çarptırdı, para cezasına çevrilerek, ertelendi. Necat Birinci, AKP’den
İstanbul Milletvekili yapıldı.)
*
(Fevzi Budak, Milli Eğitim eski Bakanı Hüseyin Çelik’i altı defa manevi tazminata mahkûm ettirdi. Kazandığı tazminat miktarı, faizleriyle birlikte 100 bin lirayı buldu.)
*
Üç ay sonra...
Görevden alındı, Ankara’ya gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (Dokuz)
*
Beş ay sonra...
Görevden alındı, İstanbul’a gönderildi, mahkemeye başvurdu, haklı bulundu, Erzurum’a geri döndü. (On)
*
(Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü, kendisini camiada küçük düşürdüğü iddiasıyla Fevzi Budak hakkında soruşturma açtı. Ancak, mevzuata göre, sicil raporunun altı ay birlikte çalıştığı amiri tarafından hazırlanması gerekiyor... Fevzi Budak altı ay bir yerde kalamadığı için, rapor hazırlanamadı! Meslekten atılamadı!)
*
Üç ay sonra...
Görevden alındı, Ankara’ya gönderildi, mahkemeye başvurdu, gene haklı bulundu, gene Erzurum’a geri döndü. (On bir)
*
Dün...
Fevzi Budak tutuklandı!
*
Erzincan Başsavcısı’nı içeri tıkan Erzurum Savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra, dolandırıcılık ve yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle hapse gönderildi.
(Aha bu da on iki)
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2010
Belediye seçimleri öncesinde “bunlar iki koyun bile güdemez” diyen Başbakanımız, referandum vesilesiyle koyunlara zam yaptı, “bunlar 10 koyun bile güdemez” dedi. *
(Başbakanımıza Afyon mitinginde “kepenek” hediye edilmesi ve Afyon Belediye Başkanı’nın adıyla sanıyla Burhanettin Çoban olması, tesadüftür, konumuza dahil değildir.)
*
Bakın, hazır laf “koyun”a gelmişken, size bi “koyun” hikayesi anlatayım...
Bu hafta yaşandı.
*
İngiltere Güzellik Kraliçesi seçilecekti...
Önce, şehir şehir, Liverpool’un Londra’nın Manchester’ın filan en güzel kızları seçildi, böylece, yarı finale katılacak 60 aday belirlendi. Sonra, ahali cep telefonundan mesaj attı, en çok mesaj alan 20 aday finale kaldı.
*
20 aday arasında en çok oyu, Cumbria şehrinin güzeli Kirstie aldı. Öbür kızlara 50’şer 100’er mesaj gelirken, Kirstie’ye 12 bin küsur mesaj geldi. Çok ciddi fark atmıştı... Ve, Kirstie, İngiltere’de 500 mağazası bulunan Edinburgh Yün Fabrikası’nın sahibi Philip Day’in kızıydı.
*
İşte bomba o anda patladı...
*
Koyun sırtından servet kazanan ve sterlin milyarderi olan yün patronu, mağazalarında çalışan yüzlerce personeline internet üzerinden mesaj göndermiş, “kızıma oy atmanızı istiyorum” demişti... Gele gele, 800 oy geldi... Ertesi gün, mağaza çalışanlarına bi internet mesajı daha geldi, bu sefer fabrikanın müdürü göndermişti...
“Patron feci hayal kırıklığına uğruyor, her personel günde en az 10 mesaj gönderecek, Kirstie ya seçilecek, ya seçilecek” dedi!
*
“Bertaraf olursunuz” bi nevi.
*
Personel işten atılma korkusuyla şakır şakır mesaj göndermeye başladı tabii... Ancak, aralarından biri, sahte isim kullanarak, hadiseyi basına sızdırdı...
Rezalet, haşırt diye manşet oldu!
*
Gazeteciler detaya girince, Kirstie’nin aslında Cumbria şehrinin güzeli falan olmadığı; oradan da patron babasının tehditleri sonucu atılan cep mesajlarıyla seçildiği ortaya çıktı... Üstelik, şehir güzeli seçilmek için, sosyal yardım şartı vardı... Ve, öbür adaylar anca 100’er 200’er sterlin toplayabilirken, Kirstie 5 bin sterlini şak diye masaya koymuştu!
Satın almıştı alenen.
*
Netice?
*
Tehditle torpille, ittire kaktıra, final podyumuna çıktı Kirstie... Ancak, bu defa cep mesajı yoktu, uzmanlardan oluşan “bitaraf” jüri vardı... Bırak ilk 10’a girmeyi, sondan birinci ilan edildi, “bertaraf” oldu... Nottingham adayı, Allah vergisi güzelliğiyle, Miss England seçildi.
*
Zorla güzellik olmadı yani!
*
Koyun sırtından geçinen patron, ahalinin koyun olmadığını öğrendi.
*
Bakalım, bizim zorla güzellik yarışmasından nasıl bi netice çıkacak...
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2010
Çok güzel insandı. <br>Güleryüzlü. Babacan. <br>Ölene kadar cüzdanında küçücük bi kâğıt parçasını taşıdı, muska gibi...
Gazeteden kesmişti. Sadece dokuz satırdan oluşan, tek sütun bi haberin kupürü... Başlığı “müjde”ydi. Yakalandığı kanser türünün çok yakında tarih olacağını, mucize ilacın en geç altı ay içinde piyasaya çıkacağını “müjde”liyordu o küçücük kupür.
*
Cüzdanında taşıdı umudunu... O ilacın piyasaya çıkmasını bekledi, her görüştüğümüzde çıkarıp gösterdi, bekledi... Altı ay geçti. Yok. Bi altı ay daha geçti. Verdi son nefesini.
*
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2010
Dünya basketbol şampiyonası, NBA’in efsane ismi, Los Angeles Lakers’ın ribaund kralı Müslüm Gürses’in “hem sarhoşum, hem yastayım” şarkısıyla açıldı sayın basketbolseverler... *
Gerçi, ramazan mübarek gün “bar taburesi üstünde sarhoşum, yastayım” şeklindeki üçlük atış, tribünleri kederlendirip, “hazır potayı bulmuşken, iki tek de biz atalım” isteği uyandırdı ama, salonda sadece meyve suyu dağıtılması, ahalinin dağıtmasını önledi.
*
2’şer metrelik “dev” adamlara, “minik” serçeyle konser verdirmek de, önemli olanın “boy değil, soy” açılımını kanıtlar bi görüntüydü.
*
Ancak... Milletin aptesi bozulmasın diye memeleri zincirle zırhlanan dansöze “salla salla, gül memeler çağlasın” nakaratıyla göbek attırılırken, erkek semazenlerin etek giymesi, yabancı seyircilere durumu izah etme noktasında güçlük yarattı.
*
Sezen Aksu’nun “böyle dilber gördün mü, ey meclis-i şahane” lafını duyunca, Meclis Başkanımız kürsüye fırladı... Spor’a sipor dedi. Sonra, spor bakanımız çıktı, süpor dedi. Canlı yayın yaptığımız 172 ülke arasında sadece biz Türkçe konuştuğumuz için, sorun olmadı.
*
LeBron James gelmedi, Yao Ming gelmedi, Ginobili gelmedi, hükümetimizin pivotu olan Başbakanımız da gelmedi... Turnuva öncesinde Arjantin’le yapacağımız hazırlık maçı 9’da başlayacakken, Başbakanımızın iftar programı nedeniyle 9.30’a alınmış, Başbakanımız bekle bekle, gelmemiş, maç 10’a doğru başlatılmıştı... Belki bu sefer gelir, bekleyelim dendi, ancak sahurda bile gelmeyeceği anlaşılınca, mecburen tören başlatıldı, Kanadalı sirk çıkarıldı.
*
Gasol ve Nowitzki gelmeyince, Cumhurbaşkanımız da gelmedi... Ankara’da oturduğu halde, zahmet edip Ankara’daki maçlara da gelmedi... İlla gelsin diye, Bursa gibi basketbol şehri yok sayıldı, Kayseri’ye maç götürüldü. Ama, Kayseri’ye Türkiye maçı götürülmesi unutuldu! Cumhurbaşkanımız, Araplardan kim var demiş olmalı ki, Ürdün maçına gitti.
*
“Hayırcı” Fazıl Say’ı kadroya almayıp, “Evetçi” Sezen Aksu, Müslüm Gürses ve Mustafa Erdoğan ilk 5’te sahaya sürülünce, gözler Kiboş’u aradı... Kiboş’un “Kobe Bryant yoksa, ben de yokum anacım” dediği iddia edildi... Ajdar’ın kapanış törenine Harlem’le birlikte çıkacağı söylentisi ise, Ciguli tarafından yalanlandı.
*
Papyonlu senfoni orkestrası ince ince çalarken, mehter takımının “ya Allahhh” diye salona dalması, FIBA heyetinde panik yarattı... “Kılıç Kalkan çıkmayacak” garantisi verilince, biraz yatıştılar. Truva beygiri çıktı onun yerine... Truvalılar zurna eşliğinde, horon tepti.
*
Bi ara parkede deve kesilecekmiş dedikodusu yayıldı... Türk yıldızlarının tavanda gösteri yapmaması, Genelkurmay’ın memleketin gelişmesinden rahatsız olduğu
şeklinde yorumlandı.
*
Ve, Başbakanımız maça geldi... Tanjeviç’in Mehmet Okur’un yokluğunda Başbakan’ı oyuna sokacağı öne sürüldü. Bunca hadiseden sonra olur mu olur dendi, ancak beklenen olmadı.
*
Başbakan geldi diye, alt tarafı mini etek giyen ponpon kızların sahaya çıkması yasaklandı... Böylece, biz kimsenin kılığına kıyafetine karışmıyoruz palavrası, bir kez daha çemberden döndü.
*
Allah'tan takımımız çölde vaha gibi. Gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz sayın basketbolseverler...
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2010
Kırmızı et yiyenler delirerek öldü.
“Danadan...”
Beyaz ete dönenler gripten öldü.
“Kuştan, tavuktan...”
İyi de, vejetaryenler niye öldü?
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2010
İncecik iplikle bileğinize bağlanmış kırmızı balonu, sanki dünya avucunuzdan kayıp gidiyormuş gibi, elinizden kaçırdığınız yeri hatırlıyor musunuz? *
İzmirliler hatırlar.
Fuar’dır mutlaka.
*
Siz, kısaca “İzmir Fuarı” diyorsunuz... Size öyle geliyor!
*
Mustafa Kemal’in şerden hayır yaratan vizyonuyla, İzmir yangınının cayır cayır alevlerinde yeşeren zümrüt... Anka kuşu misali, küllerinden yeniden doğan ulusun yuvasıdır orası.
*
Kapıları; Lozan, Montrö, 26 Ağustos, 9 Eylül, Cumhuriyet... Milli mücadele müzesidir.
*
Televizyonu bile olmayan içine kapalı Türkiye’nin “coğrafya laboratuvarı” gibiydi; dünyaya açılan penceresi... Ve, bu pencereden kafasını ilk uzatan, İzmirlilerdi... Turizm yoktu henüz, hayatımda ilk Japon’u orada gördüm ben mesela... İlk Afrikalıyı da... Kenya pavyonunda.
*
Laylaylom kültürünün hâkim olduğu ülkemde, pavyon’un bar’dan saz’dan ibaret olmadığını öğrendiğimiz kültürpark’tır orası çünkü.
*
Bi tarafta SSCB pavyonu, bi tarafta ABD pavyonu... Henüz liboşlaşmadığımız “Soğuk Savaş” yıllarında, sosyalizmle kapitalizmin kapışma alanıydı. Memleketimde gomunist avı yapılan dönemde, orak-çekiç’in altında hatıra fotoğrafı çekilebilen “tek özgürlük alanı” aynı zamanda.
*
Küba, Uganda, Malezya...
Gidemiyorduk.
Onlar geliyordu.
Tanışıyorduk; yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi illa din dersinde öğrenmiyorduk.
*
Sadece dünyayla değil, uzayla da orada tanışmıştı Türkiye... İnsan için küçük, insanlık için büyük adım’ı atan Neil Armstong’u Ay’a indiren kapsülü getirmişti ABD pavyonu... Yanına da Ay’dan getirilen kaya parçasını koymuşlardı. Sakal-ı Şerif’in etrafında döner gibi kuyruğa giriyordu ahali... Altta kalır mı; kozmonot kıyafeti görmüştük ilk SSCB pavyonunda... Gagarin’in fotoğrafı altında... Dedemin Gagarin’e fatiha okurken fotoğrafı var bende hâlâ.
*
(Gaza gelip, paraşüt kulesinden atlıyorduk... Bungee’nin icat edilmesine yıllar vardı daha.)
*
Van minüt’e de yıllar vardı... Filistin pavyonunda dağıtılan Arafat kefiyesiyle biniyorduk lunapark’taki dönme dolaba... Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyan Filistinli bir genç, İsrail pavyonuna bomba koymaya çalışırken havaya uçunca, öğrenmiştik bu kavganın dönme dolap gibi kısırdöngüden ibaret olduğunu... Lunapark kadar eğlenceli olmadığını.
*
Kimisi Cem Karaca’ya eşlik ederken, işçisin sen işçi kal diye, kimisi kendini jiletlerdi Ferdi Tayfur’u dinlerken... Parkalı, purolu, şalvarlı yan yana otururdu, Emel Sayın söylerken... Kimisi de Seyyal Taner’i görücem diye gazinonun kapısında arabanın altında kalırdı benim gibi... Müzeyyen Senar, Gönül Yazar, Ahmet Özhan, Barış Manço, ipod’un atasıydı Fuar.
*
Zeki Müren’in mini eteği ilk giydiği yer... Dumanlar arasında roket maketi gelmişti sahneye, bi açıldı, içinden mini etekli Zeki Müren çıktı, ayağında 20 santim topuklu çizme, üstünde gladyatör kıyafeti, ensesinde tavus kuşu tüyleri... Cesaretin, hoşgörünün kalesidir orası.
*
Cinsel tercihini yürekli şekilde ortaya koyduğu için, Kenan Evren tarafından sahneden aldırılıp, Buca Cezaevi’ne gönderilen Bülent Ersoy... İnsan hakları mücadelesi’dir.
*
Yeni Asır’da şoför olarak çalışıyordu babam... Bi gün, elinde bi tomar biletle geldi. Basına dağıtılan hediye biletlerden... Seçtik arasından, Nejat Uygur Tiyatrosu’na gidelim dedik... Baktım bilete, “ön koltuklar için ayrılan avanta bilettir” gibi bi cümle var... Yani? Büyük usta yapmıştı yapacağını, sanatçı emeğinin bedava olmadığını anlatan o şahane cümleyi koydurmuştu hediye biletlerin üzerine... Gazetecinin asla avanta almaması gerektiğini öğrenmiştim o gün... Öğretmişti... Okul gibiydi Fuar.
*
Aslan, zürafa, maymun.
Ve, arkadaşım Bahadır.
Gibisi fazla... Okuldu.
*
Türkiye’nin dünya mutfaklarıyla tanıştığı ilk evrensel restorandır orası... Düdük’ten başkası yoktu, hayatımın ilk spagettisi’ni orada yemiştim; ilk ketçapla... Sanayicilerin sanayi görmek için koştuğu yerdi... İthalat yasaktı, Fuar’da serbestti, satın alıyordun, Fuar bitene kadar bekliyordun, Fuar bitince evine götürüyordun... 30 gün her akşam gidip bakmış İtalya pavyonundaki Zoppas buzdolabımıza anamla babam, 1961 senesinde... Zoppas marka hayatta mı bugün bilmiyorum ama, bizim Zoppas çalışıyor hâlâ!
*
Telefon edin sorun, İstanbul’un nüfusunu kesin olarak söyleyemezler size... 8 bin ağaç ve binlerce çeşit bitkisinin adıyla sanıyla künyesi var İzmir Belediyesi’nde, hepsi sigortalı... Doğasına sahip çıkmayanın, insanına sahip çıkamayacağının kanıtıdır Fuar.
*
Süresi kısaltıldı, “AKP’nin zaferi” olarak lanse edilen Expo saçmalığıyla tarihe gömülmek istendi... Fuar’ına sahip çıkacağına, Fuar icat etmeye kalkışanların madara olmasına vesile oldu... Hep bizi eğlendirirdi, bu komiklik sayesinde bu sefer kendisi eğlendi Fuar!
*
Ve, önceki akşam geleneksel törenle tekrar açtı kapılarını... Kemal Kılıçdaroğlu açtı... Daha önce, İsmet İnönü açmıştı, Celal Bayar açtı, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal, Erdal İnönü açtı, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Deniz Baykal açtı defalarca.
*
Tayyip Erdoğan açamadı.
Hiç.
*
“İzmirli zihniyeti”nin “genetik kodu”dur çünkü Fuar.
Yazının Devamını Oku