Yılmaz Özdil

Nike’laj...

28 Eylül 2010
Hayatımın ilk spor ayakkabısını, handball spezial’i halıcıdan almıştım. Evet, halıcıdan... İthalat yasaktı, satılmıyordu piyasada, Yunan adasından getiriyordu halıcı, kaçak olarak! *
Spor yapalım derken kaçakçılığa alet oluyorduk ama, çaresizdik. Çünkü, yerli ayakkabılarla parkeye çıktığımızda, takunyayla buz pistine çıkmış gibi oluyorduk. Değil fake atmak, reverse yapmak filan, ayakta durabilmenin bile mümkünatı yoktu. Çok yüklendin mi, cart diye yırtılıyordu.
*
(Döviz de yasaktı, Atatürk Lisesi’nin arkasına park eden faytonculardan dolar satın alıp, taksi durağının araba yıkayıcısı şopar Ceksın’a verirdik... Ceksın da, Kordon’da tur adan conilerin faytonculara ödediği dolarlarla, aynı conilerden ikinci el Converse alırdı bizim için.)
¡
Sık sık, sırtında çuvalla bi amca gelirdi o halıcıya, Kilis’ten... “Noel Baba” derdik ona... Açardı çuvalı, marka marka saat, el kremi, çay, Marlboro popüler değildi o zamanlar, Kent veya Pall Mall, ince uzun Saratoga çıkardı. Tane hesabı yapmazdı, perakendeyi sevmez, toptan çalışırdı.
“Bu çuval komple şu kadar” derdi.
Parayı alır, çuvalı bırakır, giderdi.
*
Bazen de, çuvalı bırakır, çuvalları alırdı... Çünkü bizim halıcı, bazen parayla değil, Mekap ayakkabıyla yapardı ödemeyi... Peki niye? “Yok oralarda, isteyeni çok” derdi Noel Baba.
*/images/100/0x0/55eaff09f018fbb8f8a4355c
Kaçakçılık trafiği enteresandı yani... Memleketin batısı yabancı ülkelerden spor ayakkabı peşinde koşarken, memleketin güneydoğusu memleketin içinden yerli ayakkabı peşindeydi.
*
Sonradan anlaşıldı tabii... Kalın tabanıyla parke salonlarda pek kullanışlı olmayan, ama, Renault Toros gibi dağ bayır şakır şakır gidebilen Mekap, teröristin resmi ayakkabısı olmuştu.
*
Bölücü mölücü ama...
Yerli malı yurdun malı diyordu yani PKK!
*
E haliyle, başına gelmeyen kalmadı Mekap’ın... Sağlam ve başarılı iş çıkardığı için, başına iş çıkarmıştı... Turgut Özal çıkıp “Ayaklarında Mekap’la dağda gezen bi avuç genç” diye tarif edince PKK’lıları, olan Mekap’a oldu, mimlendi. Bölgede satışı yasaklandı. Satanlar tutuklandı. Giyenler gözaltına alındı. Adeta kartvizit haline gelmişti. Mekap giyene “Aha bu terörist” deniyordu. Bizim Noel Baba bile Mekap götürmüyordu artık...
“Çok tehlikeli” diyordu!
*
Böylece, ithalatın yasak olduğu dönemde, estetik olarak biraz değiştirilip, pazarını genişletip, Türkiye’nin Adidas’ı olmaya aday bir marka, PKK’nın yüzünden güdük kaldı.
Büyüyemedi.
*
Onca eziyete, yaratılan olumsuz imaja rağmen, direndi, tutunmaya çalıştı. İthalatın serbest bırakılmasıyla birlikte markalar çeşitlendi, üstüne yapışan terörist damgası yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuştu. Taa ki geçen seneye kadar... Habur’da yaşanan rezaletten sonra, Başbakan Erdoğan çıkıp, “Ayaklarında Mekap var, elbiseleri tek tip” deyince, buyrun buradan yakın...
Ayvayı yiyen gene Mekap oldu!
*
Gel zaman, git zaman...
*
Aysel Tuğluk, dün, önce alışveriş yaptı, sonra İmralı’ya gitti. Ne vardı elinde?
Nike torbası!
*
Eh be ablacım...
Kurulduğunuzdan beri bi defa doğru iş yaptınız, yerli malı kullandınız, onun da felaketine sebep oldunuz... Madem lideriniz Amerikan malı Nike ürünleri giyiyor, ne istediniz garibim Mekap’tan Allah aşkına?
Yazının Devamını Oku

Profesör doktorna

26 Eylül 2010
Kalçası kırılan hastalara taktığı platinleri, tornacıda yaptırmış profesör. *
Buna şükür aslında...
Marangoza da yaptırabilirdi.
*
Bilirim çünkü bu arkadaşı...
Ege Üniversitesi’ndeydi.
Doçentti.
Muayenehanesi Alsancak’taydı. Namuslu hekimlerden ihbar yağıyordu, torna mevzuu yoktu ama, fatura dümeni yapıldığı iddia ediliyordu. Ensesine binmeye hazırlanıyorduk ki, araziye uydu, taşındı İzmir’den... Hatta, beraber iş tuttuğu tıbbi malzeme deposunun sahibi kadın da huylandı, Almanya’ya kaçtı. Ayyuka çıkmıştı. Maalesef, değerli yetkililerimizden kılını bile kıpırtadan olmadı...
Netice?
Meğer, profesör olmuş bizimki.
Konya’ya gitmiş.
*
(Allah’tan sanayi sitesi olan bi şehre gitmiş... Dedim ya, tornacı bulamasa, kayın’dan da kestirebilirdi! Çam biraz yumuşak düşer kalçaya, daha ziyade menisküse tavsiye edebilirim.)
*
Gülmeyin. Olacağı budur.
*
Niye derseniz...
Bakın, sanayi sitesi dedim, hekim olmayanların da anlayacağı şekilde anlatmaya gayret edeyim.
*
Eskiden kaportayı dağıtıyordun, yedek parça lazım, gidiyordun devlet hastanesine, hekim açıyordu bagajı, en güzelinden Mercedes yedek parçasını takıyordu kalçana... Sen de, nüfus kâğıdı modelin kaç olursa olsun, gıcır gıcır kaportayla dönüyordun pistlere, gazlıyordun.
*
Çünkü, yedek parçanın fiyatı ne olursa olsun, yeter ki kaliteli olsun, tıkır tıkır ödüyordu devletimiz.
*
3-5 sene filan önce... Sağlıkta reform yapan hükümetimiz, “hastaneler bundan böyle ihaleyle yedek parça alacak, ben bi tavan fiyat veririm, mesela 10 lira, bunun altında fiyatla kim getirirse, ihaleyi o kazanır” dedi... Böylece, yedek parçayı 10 liradan getirenler ihaleyi kaybetti, yedek parçayı 8 liradan getirip “bu da aynı işi görür” diyenler, ihaleyi kazandı.
*
Kazanınca ne oldu? Kaportayı dağıtıp hastaneye gittiğinde, Mercedes yedek parçası yerine, Lada yedek parçası takmaya başladılar kalçana... E baktılar Lada’yla da gidiyor... Bu sefer, Çin’den Hindistan’dan adını sanını bilmediğimiz yedek parçaları getirmeye başladılar. Rakamlar öylesine düştü ki, Lada getirenler bile ihaleyi kazanamaz hale geldi.
*
Ve, tabii Konya’daki gibi, paraya doymayan profesör kılıklı arkadaşlar devreye girdi...
“Cheng Yaouv yapar da, Yaşar usta yapamaz mı yauv?” deyip, doooğru tornacıya...
*
İşin ekstra matrak tarafı, profesör ve tayfası içerde, tornacı dışarda... İfadesini alıp, serbest bıraktılar, morali bozuk, dükkânı açmadı dün... Oğluna sordurdum, çırağıdır aynı zamanda, “örnek parça getirdiler, aynısını yapabilir misin dediler, biz de yaptık abi, ne bilelim biz” dedi.
*
Dolayısıyla, iki önerim var...
Profesör meslekten atılsın.
Ortopedide çığır açan Yaşar usta ise, Nobel’e aday gösterilsin.
Yazının Devamını Oku

Gül’er misin ağlar mısın

25 Eylül 2010
HEPÖZDEPDEPHADEPDEHAPDT-PBDP ile MNPMSPRPFPAKP uzlaştı. *
Yani?
*
HEP’in Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan ÖZDEP’in Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan DEP’in Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan HADEP’in Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan DEHAP’ın Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılma davası açılması üzerine feshedilip açılan DTP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan BDP ile... MNP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan MSP’nin darbede kapatılması üzerine açılan RP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan FP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan SP’ye geçmek yerine, FP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılma davası açılması üzerine ayrılan ve Anayasaya aykırı olduğu için kapatılma davası açılan AKP, uzlaştı.
*
Hangi hususta?
Anayasa’nın değiştirilmesi hususunda.
*
Aynı gün...
*
Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılan RP’deyken, RP’nin Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılması üzerine açılan FP’ye geçip, genel başkan olamayınca, Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılan FP’nin yerine açılan SP’ye geçmek yerine, Anayasa’ya aykırı olduğu için kapatılma davası açılan AKP’yi açan Cumhurbaşkanımız, New York’ta buluştuğu Amerikalılara dedi ki...
*
“Aranızda Türkiye’yi hiç görmeyenler vardır. Minimum risk ve maksimum kazancın buluştuğu ülkedir Türkiye... Böyle ülkeyi dünyada zor bulursunuz!”
Yazının Devamını Oku

Bienal

24 Eylül 2010
Muhitin adı Boğazkesen... <br><br>Hâlâ bizi dövdüler diye ağlıyorlar. Gırtlağı almadıklarına şükredin!

*

Birincisi...

“Sivas’taki 35 aydın gibi katledilecektik” demek, tarihimizin en önemli trajedilerinden olan Madımak’ı basite indirgemektir. Dandik hadiseyle kendisini Madımak mertebesine çıkarmaya çalışırken “35 aydın” demek, orada diri diri yakılan, ama “aydın sayılmadığı için” toplam rakamın dışında tutulan 12 yaşındaki Koray’la 14 yaşındaki ablası Menekşe’nin ruhuna hakarettir.

*

İkincisi...

Yılbaşı, hıdrellez filan gibi özel günlerin haricinde, sokakta içki içen, içki içene bile rahatsızlık verir. Adabına aykırıdır. Sanatla, sanatçıyla alakası yoktur. Tornacı bile olsa, hır çıkar. Şuurunu yitirmediysen, Zürih’te değil, İstanbul’da yaşadığının bilincindeysen eğer tabii.

*

Üçüncüsü...

Ahali küfretmiş. Ayıptır. Ama, realitedir. Mesela, Danimarka’da “Türk gibi küfürbaz” deyimi var. Üstelik, kıdemli sanatçıların birbirine yavşak dediği bi ülkede, sanatçıya yavşak denilmesinin neresi küfürdür?

*

Dördüncüsü...

İçki hikayedir, saldırganları tahlile gönder, adım gibi eminim, bazılarının kanında alkol çıkar. Laik-antilaik değildir mesele çünkü, ekonomiktir. Sanat galerileri oraya gelmeden önce, esnafın kirası altı yüz liraydı, şimdi istiyorlar, iki bin lira... Ev kirası dört yüz liraydı, istiyorlar bin lira, beğenmiyorsan çık diyorlar... E adam gidip mal sahibine dalamayacağına göre, malı değerlendiren adama dalıyor... Ki, bi umut, belki mal eski fiyatına döner.

*

Beşincisi...

Bence en önemlisi.

*

İzmir’de en güzel nargileyi Basmane’de fokurdatırsın, İstanbul’da Tophane’de, ne gevşek, ne sıkı, tam kıvamında; gençlik yıllarımın arkeolojik kazılarını yaparım, Firuzağa sokaklarında... Bi bakarım, Arap Nasri döner sanki köşeyi, kahvede Yarımdünya İsmail tespih sallıyor, bi bakarım, Kürt Abbas, Bahriyeli Rafet, Tahtaburun Sezai gelir karşıdan, Zımzım Mustafa, Rum Dayiyani, Kako Memet, Köfte Mustafa... İstanbul bitirimlerinin muhitiydi Tophane, büyük usta Şener Şen’in perdeye yansıttığı son kabadayıların yatağı... Polisleri de bi acayipti o zamanların, Tulumbacı Mustafa, Topal Abdurrahman, Çamur Ahmet, Madalyalı İhsan, Mangal Yürek Kemal, değerli ağabeyim Uğur Dündar’ın rahmetli babası Sarı Osman.

*

Savcıya bak...

Marlon Kemal!

*

Karakola çağırıldığında, en temiz takım elbisesini giyip giderdi kabadayı, “bul getir o hergeleleri” dendiğinde, kulağından tutup getirirlerdi, huzur bozan yeniyetmeleri, zıpçıktıları.

*

Kalmadı o adamlar.

Kalanları da içeri tıktılar.

Raconu bozuldu İstanbul’un...

Kendini polis zanneden cemaatçilerle, meydanı boş bulan magandalara kaldı ortalık.

*

O yüzden, beş dakkada tatlıya bağlanabilecek mesele, köpürdü, memleket meselesi haline geldi.

*

Netice itibariyle...

Enteller şarap içti.

Zontalar girişti.

*

Bienal’dir bu.

Yakışır Kültür Başkenti’ne.
Yazının Devamını Oku

Türk kahvesi

23 Eylül 2010
Gazeteci için...<br><br>Cezvedir aslında gazete.

Ateş vardır altında hep.     

Suyu ısınır.

*

Patates mesela...

Yazının Devamını Oku

Devletin ayrılmaz bütünlüğü filan...

21 Eylül 2010
Diyorsunuz ki:<br><br>“Nerden çıktı bu özerklik işi?” *

Önce sorayım...

Kürt vatandaşlarımız yarın öbür gün ayrılır giderse, hangi bölgemiz olur bu?

Marmara mı?

*

Ya da şöyle sorayım...

Kendini Laz tabir eden vatandaşlarımız özerkliğe özenirse, hangi bölge gider?

Ege mi?

*

Şablon kafamızda hazırdır.

Lego gibi.

*

Önünüze harita koymadığım halde, şak diye bilir, tık diye ayırırsınız yukarıdaki sorularımın cevabını... Çünkü, ilkokuldan beri zihnimize kazınmıştır. Ezbere.

Türkiye yedi bölgedir.

*

Peki, niye yedi bölgedir?

Niye sekiz değildir mesela?

Ya da altı, dokuz?

*

Akdeniz’i ele alalım...

Akdeniz diye ayrı bi bölgemiz var ama, Akdeniz Valisi yok, o halde niye Akdeniz diye ayrı bi bölgemiz var? Akdeniz diye özel lakap takmasaydık, ne olacaktı yani, oralarımız var olmamış mı olacaktı?

*

İklim, bitki örtüsü, coğrafi konum filansa eğer... Denizli’ye Afyon mu daha çok benzer, Balıkesir mi? Neden Afyon Ege’dedir de, Balıkesir Marmara’dadır?

Denize kıyıysa mesele, Bilecik niye Marmara’da, kıyısı mı var? Ege sahilinde midir Uşak? Tokat ve Çorum neden Karadeniz’dedir? Onlar Karadeniz’e dahilse, Çankırı neden İç Anadolu’ya dahildir? Eskişehir ile Kütahya’nın farkı nedir ki, farklı bölgelerdedir?

*

Hiç sormayız kendimize...

Öyle dendiği için, öyle kabul ederiz.

*

Çünkü...

Mustafa Kemal öldükten sonra, 1941’de, Birinci Coğrafya Kongresi’ni topladılar. Saygın coğrafyacılarımız masaya oturmaya hazırlanıyordu ki, Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD’den “biz bu işleri iyi biliriz, tecrübeliyiz, yardımcı olalım” teklifi geldi... E iyi niyetle yardımcı olmaya gayret eden bu ülkelere “hayır” denmedi tabii, “buyrun, yardımcı olun” dendi.

*

Profesörler gönderdiler.

Bi yardımcı oldular...

Türkiye yedi bölge!

*

Hesapta “üniter devlet”in haritası çizilecekti, el âlemin yardımını yardım zannettiler, kaş yapalım derken, göz çıkardılar, oturup, memleketi güzel güzel yediye
böldüler... Lego gibi.

*

Parçalar boyandı...

Yerlerine tak’ıldı.

Aynı’lıklar değil, ayrı’lıklar benimsetildi.

Sök’meye hazır hale getirildi.

*

Bilmiyorum, “nerden çıktı bu demokratik özerklik” meselesini yeterince açık anlatabildim mi!
Yazının Devamını Oku

‘Her dönemin şampiyonu gazeteciler’in puan tablosu ne olacak?

19 Eylül 2010
Referandumda evet çıktı; başta Kenan Evren, 12 Eylülcü tayfasına “sorumsuzluk zırhı” giydiren Anayasa’nın 15’inci maddesi ortadan kalktı. Haliyle suç duyurusu yağıyor... Yargılanması istenen kişilerden biri, AKP’nin Savunma Bakanı iyi mi! *
Valiydi çünkü Ankara’da.
*
Bakın, Ankara deyince aklıma geldi... Madem, başta Kenan Evren, 12 Eylül uygulamalarının tamamına yargı yolu açıldı, Ankaragücü’nün hukuki durumu ne olacak?
*
Malum, bi albayı spor bakanı, bi albayı beden terbiyesi genel müdürü yapmıştı Evren... Onlar da illa Evren istiyor diye, durumdan vazife çıkarıp, ikinci ligdeki Ankaragücü’nü birinci lige çıkarmıştı.
*
(Evren tarafından darbe marifetiyle birinci lige çıkarılan Ankaragücü’nün bugünkü başkanının, AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın oğlu olması da, kaderin cilvesi sanırım!)
*
“Türkiye Kupası’nı kazanan takım ikinci ligde bile olsa, birinci lige çıkar... Türkiye Kupası’nı kazanan takım küme düşse bile, kümede kalır” şeklindeydi, Evren’in icat ettirdiği yönetmelik... Ankaragücü böyle çıktı.
Sonra?
Ankaragücü’yle sınırlı kalmadı...
Bursaspor 1986’da küme düştü.
Ancak Türkiye Kupası’nı kazandı.
Hadi bakalım, Bursa da ligde kaldı.
*
Kapı açılmıştı...
Darbeci Kenan Evren yapar da, darbe hükümetinin başbakan yardımcısı Turgut Özal yapmaz mı? 1987’de Diyarbakır, Antalya, Bursa ve Kocaeli küme düştü, Özal devreye girdi, başlamış olan ligleri durdurdu, Bursa ve Kocaeli yeniden birinci lige alındı!
*
16 takımlı ligden üç takım düşsün, dört gelsin, bu sezon dört düşsün, üç çıksın, hadi bu sefer iki düşsün, dört gelsin filan derken, ligin altı üstüne geldi, 18’e bağlanması yıllar aldı.
*
Taaa 1981’de, Boluspor’un attığı buz gibi golün iptal edilmesi üzerine Türkiye Kupası’nı kazanmıştı Ankaragücü... Gazeteciliğin yanı sıra baro başkanlığı da yapan, sıkı CHP’li, dönemin Boluspor Başkanı Yener Bandakçıoğlu, “Futbol Federasyonu ve hakem, darbeci Evren’in buyruğunu yerine getirdi, bu dünyada olmasa bile, mahşerde Evren’den alacaklıyım” demişti.
*
30 sene, yüzlerce takım, binlerce maç, onlarca şampiyonluk, tirilyonlarca gelir...
O günden beri, tartışmalıdır.
*
Elbette çok severim Ankaragücü’nü, Bursa’yı, Kocaeli’ni... Pazar günü azıcık spor yapalım da, beyin kıvrımlarımıza oksijen gitsin diye yazıyorum bu satırları...
Nedir 15’inci maddenin sınırları?
*
Futbolumuzda darbenin izleri vardır da, hayatımızın gerisinde yok mudur?
*
Söz konusu maddeyi kaldıranların, açık açık tarif etmesi gerekiyor bunu..
Kimleri kapsar?
*
Çünkü soracağız:
İnsanlar işkenceler altında inim inim inlerken, Kenan Evren şakşakçılığı yapan, evinde ağırlayıp parti veren, ahalinin darbecileri sevmesi için ballandıra ballandıra yazılar döşenen, köşe olan ve bugün utanmadan demokrat ayaklarına yatan gazeteciler dahil midir mesela?
Yazının Devamını Oku

Ayasofya

18 Eylül 2010
Ahali “Ulubatlı Hasan” havasına girmişken limon sıkmak istemem ama, adamların gelip ayin yapmak istediği Ayasofya, o Ayasofya değil birader...

Edirne’deki Ayasofya!

Takip etmişsinizdir mutlaka...
“Yunanlılar Ayasofya’ya ayine geliyor” diye bi haber patladı, memleket ayağa kalktı. Kültür Bakanımız ayine gelenlerin provokatör olduğunu söyledi. Eline odunu alan Sultanahmet’e koştu, ki, sıkıyosa gelsinler... Canlı yayın araçları kuruldu, yüzlerce saat yayın yapıldı. Dışişleri Bakanımızın ABD ve Yunan dışişleri bakanlarına fırça kaydığı anlatıldı. Fener Patriği’ne röportaj talebinde bulun, altı ay sonra anca cevap gelir, sanki Fener Patriği gazetelere faks geçmiş gibi, çok rahatsız olduğu, söz konusu ayine kesinlikle karşı çıktığı iddia edildi.

Lafı kıçından anlama uzmanı olan 25 kadar profesör ekrana çıkıp, konuştu... (İlber Ortaylı’yı ve öbür saygın profesörleri tenzih ediyorum, bu 25 kadar profesör her konuda uzmandır zaten... “Zankiko truşko meselesi hakkında ne diyorsunuz?” diye sor, “nedir o?” demezler, “efendim, zankiko truşko meselesine gelmeden önce” diye başlayıp, en az iki saat anlatırlar!)

Velhasılıkelam...

Aslında, İstanbul’daki değil, Edirne’deki Ayasofya’ya izin istemiş ve almışlardı.

Sümela ve Akdamar’da ayine izin verildiği için, “şansımızı deneyelim” diye düşünüp, Başbakan’a mektup yazdılar, bi izin de İstanbul Ayasofya için istediler. “Olmaz” dense, iş bitecek, kapanacaktı. Ancak, cevap verilmeyip, basına sızdırılınca, basın da lafı kıçından anlayınca, mevzu çarşafa dolandı, ahali ayağa kalktı. Hadise dallanıp budaklanınca, rezalet ortaya çıkmasın diye, Edirne’de verilen izin de iptal edildi.

İptal, aslında, o iptal.

Yazının Devamını Oku