Jül Sezar takvim yaptırmış, Mart ayını yılbaşı kabul etmiş, Temmuz’a kendi adını, July’yi vermiş, haliyle, kendi adını taşıyan ayı en uzun aylardan biri yapmış, 31 gün saymış, sonraki ayları sırasıyla 30-31 diye bölüştürmüş, yılın son ayı Şubat’a kala kala 29 kalmıştı. Her sene altı saat artıyor, dört senede bir Şubat’ın da gönlü oluyor, o da 30 çekiyordu. Sezar öldü. Seneler sonra iktidara gelen Augustus, benim başım kel mi dedi, Ağustos ayına kendi adını verdi. Ama, Temmuz’dan sonra gelen Ağustos’un 30 çekmesini içine sindiremedi, benim Sezar’dan neyim eksik dedi, senelerdir 30 çeken Ağustos’u 31 gün yaptı... E Ağustos bir gün uzayınca, kabak yılın son ayının başına patladı, bir gün tıraşladılar, Şubat oldu sana 28 Şubat.
*
Diyeceksiniz ki... Niye durdun durdun da, şimdi anlatıyorsun 28 Şubat’ın hikâyesini?
*
Çünkü, ben de tam onu merak ediyorum... Niye durdular durdular da, şimdi anlatıyorlar 28 Şubat’ın hikâyesini?
*
Mesela... Neden geçen sene sustular? Önceki sene niye anlatmadılar? Ya daha önceki sene? Acaba neden 10’uncu sene yapmadılar da, 15’inci seneyi beklediler belgesel yapmak için? 5’inci senesinde mağdur değil miydi bu arkadaşlar da, durup durup illa 15’i beklediler?