Ağabeyi İbrahim Öztürk'ten siyaset bayrağı devralıp ANAP Adana milletvekiliğini sürdüren Kozanlı Musa Öztürk'ün her saniyesi Turgut Özal'la doludur.
Öztürk'ün yeni taşındığı ORAN'da Milletvekili Lojmanları'ndaki mütevazı apartman dairesine girer girmez anlarsınız bunu. Bir yanda Özal'la çekilmiş fotoğrafları vardır, başka başka köşelerde ondan kalan anılarla dolu minik minik armağanlar. İşte bu güleryüzlü, iri yapılı, kocaman elli, sessiz Musa'dır, Özal'ı Başbakan olduğu günden vefatına kadar koruyan, hayatından 1. derecede sorumlu olan. O Musa ki Özal'ın nefesidir, gölgesidir, canıdır, oğludur, veznesidir, sırdaşıdır. O Musa ki Polis Akademisi mezunudur, hem de Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. O Musa ki 1980 öncesi aşırı sol ve bölücü teröre bakan DAL'ın şimdi Ordu Valisi olan Kemal Yazıcıoğlu'yla birlikte amiridir. Hani rahmetli Uğur Mumcu'nun ‘‘Derin Araştırma Laboratuvarı’’dediği, Dev-Sol, Dev-Yol, Marksizim, PKK uzmanı ünlü DAL. O Musa ki meslektaşlarıyla kendi aralarında yaptığı konuşmalarda hırsız polis lafı eden polislerden değildir. O Musa ki 1969'da MHP Kozan teşkilatının destekçisidir. O Musa ki Menderes hayranı bir aileden geldiği halde Turgut Özal hayranıdır. Var mısınız o Musa'nın ailesiyle ilk defa tanışmaya, onun ilk defa anlatacağı tarihi değer taşıyan sırlarını dinlemeye. Kimliklerinizi yanınıza almayı unutmayın, lojmanların kapısında ‘‘bizim seçtiklerimizi bizden koruyanlar’’dan yok yere laf işitmeyelim.
Barzani ile Talabani Özal’a ‘dayı’ derdi
Mesut Barzani ile Talabani, Turgut Özal'a ‘‘Dayı’’ derlerdi. Başkan George Bush bunları çağırmış; ikisi de ‘‘Dayımızdan talimat almadan gitmeyiz’’ deyip İstanbul'a gelmiş. Biz Harbiye Orduevi'ndeyiz, onlar da Hilton'da kalıyorlar. Turgut Bey'in talimatı üzerine ikisini de çağırdık hemen geldiler. O görüşmede Mesut Barzani aynen şöyle dedi: ‘‘Geçmişteki Mahabat Kürt Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanı babam Molla Mustafa Barzani ve arkadaşlarını İranlıların zulmünden Türkler kurtarmış. Babam hep bize vasiyet ederdi: ‘Bugün hayattaysanız bunu Türk ordusuna ve Türklere borçlusunuz, bunu hiç unutmayın. Bir Türke silah çekerseniz bu dünyada da, öbür dünyada da hakkımı helal etmem. Biz işte bu vasiyetle büyüdük.’’
BİZİ VİLAYETİNİZ YAPIN
Barzani ve Talibani’nin istekleri şuydu: ‘‘Nasıl Mardin, Diyarbakır bir vilayetinizse bizim bulunduğumuz bölgeyi de iki vilayet yapın, sınırlarınızı genişletin. Bizim Türkiye'den bir hak talebimiz yok, soydaşlarımıza hangi haklar veriliyorsa onların fazlasını istemiyoruz. Saddam bize bu hakları hiç tanımadı, sadece zulmetti. Gelin buraya girin, biz de sizi sonuna kadar destekleyeceğiz. Bilahare Kerkük ve Musul da birer Türk vilayeti olsun, Türkmenler orada rahat etsin, biz de yardımcı olalım.’’ Turgut bey ikisini de dikkatli dinledi ve hiç cevap vermeden uğurladı. Özal'ın vefatıyla birlikte bu ilişkiler bıçak gibi kesildi. İrlanda'daki bir Kürt konferansına ne yazık ki Amerika'nın referansıyla gidebildik. 9 milyonluk Türkiye'nin hedefi ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’tur ama, 70 milyonluk Türkiye'nin hedefinin bu olmaması lazım. Ben şahin değilim, gerçeklerden yanayım.
Turgut Bey’i hor kullandık
Turgut beyin bacak damarlarında sinir ucu iltihaplanması vardı, doktoru Cengiz Aslan'ın ifadesine göre. Kilosu da çok fazlalaştığı için ayakta çok kaldığı zaman yoruluyor, bacakları ağrıyordu. Özal'ın diyabeti de vardı, düzenli ilaç kullandığı için kontrol altında tutuluyordu. Köşk'teki fizik doktoru Coşkun Çankaya her sabah ve gece rahmetlinin bacaklarına tedavi uygulardı. Vefatı sabahı 10.15 civarında ailemle kahvaltı ederken Köşk'ün santral memurluğunu yapan komiser Erdal aradı; ‘‘Beyefendi çok sıkıntılı efendim, ambulans istedik’’ dedi. Benim kaldığım lojman, Köşk'e 150 metre mesafede, hemen koşup gittim. Ambulansın arkasından ben de Hacettepe'ye gittim, sonra vefatıyla karşılaştım. Semra hanımdan sonradan dinlediğime göre, Turgut bey sabah 10.00'da hanımefendiye ‘‘Ben 10.30'a kadar cimnastik yapacağım, garson kıza, söyle yürüyüş bantından inince kahvemi hazır etsin’’ demiş. Turgut beyin çok yemek yemesi acıkmasından değil, strestendi. Yanındakini üzmemek, birine kızmamak için öfkesini yiyeceklerden alıyordu. Ben Turgut beyin ölümünün doktorların resmen açıkladığı gibi kalp krizinden olduğuna inanıyorum. Aksi ıspat edilene kadar kimse beni onun onun zehirle öldürüldüğüne inandırımaz, olmaz böyle şey. O dönemde ne böyle bir konu gündeme, ne de otopsi yapılması gündeme geldi, ne de teklif edildi. Yener Bey, aslını sorarsanız Turgut beyin vefatından hepimiz sorumluyuz, onu hor kullandık, kıymetini bilemedik. Bu kadar çok yemesine hepimiz seyirci kaldık.
Suikast, Avrupa’da organize edildi
Turgut Özal'a düzenlenen suikast Avrupa-Amerika kavgasının bir tezahürüydü, bu iş Avrupa'nın bir yerinde planlandı. Bu organize işin içinde aşağı yukarı herkes var, her kimin yem borusunu kestiyse... İkinci kurşuna dikkat etmek lazım, atış mesafesi 13 metre. Bu adam kesinlikle tesadüfen seçilmiş biri değil. Uluslararası servisler ucu kendine bulaşacak hiçbir eyleme girmiyor, taşeron firmalar tutuyor. Bu suikast de taşeron bir firmanın işi. Kartal Demirağ işin vahametini bilmiyordu, yapacağın için haricinde bir bilgisi falan yoktu. Ben o çocuğun sorgusunda da gayrıresmi olarak bulundum, dinlediğim kadarıyla saplantılı birisi. Çok iyi araştırılmış, hayatı incelenerek seçilmiş. Sonradan duyduğuma göre Kartal Demirağ'dan önce Türkiye'de hapiste yatan birisini ceazaevinden kaçırıp bu suikasti yaptıracaklarmış ama, o kişi, ‘‘Turgut bey Allahını bilen biri, ona kıyamam’’ deyip teklifi reddetmiş.
Özal’dan Süleyman Bey’e Cumhurbaşkanlığı teklifi
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'la Süleyman Demirel'le arasındaki köprüyü çoğu zaman Ekrem Ceyhun sağlardı. 1987'de seçimleri aldıktan sonra Ceyhun aracılığıyla Süleyman beye iki haber gönderdi. İlki şuydu: ‘‘İnsanlar ikimizin beraber olmasını istiyor. Süleyman Bey, Evren Paşa'nın yerine cumhurbaşkanı olsun, ben de başbakan olayım, kaldığımız yerden devam edelim. 1980 öncesi nasıl işler yaptıysak, şimdi de aynısını devam edelim.’’ Kısa bir süre sonra Süleyman beyin bu teklife sıcak bakmadığı haberi geldi.
İkinci hadise ise DYP-SHP hükümeti zamanında oldu. Yine Süleyman Beye haber gönderdi; dedi ki ‘‘Hadiseyi germeyelim, Türkiye hep kavgadan kaybetti. Beni cumhurbaşkanı olarak değil hükümetin danışmanı olarak görün. Bu ülke için ne gerekiyorsa hepsine hazırım.’’ Hükümetten olumlu cevap yerine kendisine boykot kararı geldi.
Bırak o dangalağı en büyük küfürüydü
Özal'ın kızmaya başlaması ‘‘Ama iki gözüm’’ demesinden belli olurdu, işte o zaman hiç gözüne gözükmezdik. Beğenmediğini birinin gıyabında konuşurken ‘‘Bırakın o dangalağı’’ derdi, en büyük küfürü buydu.
Rahmetli, mesela akşam birine kızar ‘‘Alın bunu görevden’’ diye; o kişi o gün gözüne gözükmeyecek. Gece mübarek adam istihareye mi yatardı, ne yapardı bilmem, ertesi gün onu affedip yeniden görevinin başına gönderirdi.
Turgut bey silahtan bir uzman kadar iyi anlardı, çok iyi atıcıydı. Hiçbir zaman taşımadı ama, çok güzel atıcıydı. Gölbaşı'ndaki poligona, ya da Makina Kimya'ya gidip çok atış yapardı, her attığını vururdu.