Yedi kuşak Trabzonlu TMO memuru Hayati Bey'le yedi kuşak Trabzonlu Mediha Hanım'ın 3'ü kız, 2'si erkek evladından biri olarak 27 Ekim 1938'de Trabzon İskenderpaşa Mahallesi'nde dünyaya gelen Tanju Gürsu ile yedi kuşak Trabzonlu eşi Ayla, yıllardır Nişantaşı'ndaki güzelim dairelerinde yaşarlar.
Sevgili oğulları 1970 doğumlu Kerem ve 1974 doğumlu, Fenerbahçe tutkunu Emre ile birlikte. 35 yıllık eşi Ayla bacımız, Tanju'nun öz be öz dayısının kızıdır. Kral Tanju da, kraliçesi Ayla da ‘‘bir kemençedir, horondur, Temel'dir, Fadime'dir, hırçın Karadeniz'dir, bir çift sevgidir, yayla düzündeki çiçektir, peştamaldaki renktir, çemberdeki nakıştır, cepkendeki dikiştir.’’ Temel ile Fadime gibi onlarda da hoşgörü vardır, karamsarlık yoktur; birlik vardır, çatışma yoktur. Tüm hemşerileri gibi onlar da hoşgörünün, hazırcevaplılığın simgeleridir; kaşlarında çakan bir anlık şimşek, gözlerinden taşan sevgi selinin önünü kesemez. Her Karadenizli gibi onlar da dalganın devini, rüzgárın azgınını severler ama, balık denince minnacık hamsiye köle olurlar. Haydi acele edin, Türk sinemasının Trabzonlu unutulmaz yıldızı Tanju Gürsu'nun bize anlatacağı çok şey var. Bu seferlik çay, çörek, börekle idare edin. Ayla bacı söz verdi, gelecek sefere bize hamsi ziyafeti çekecek.
AVNİ AKER’DE TELLERİN SÖKÜLMESİNİ İSTEDİM
Temel'le İdris bir gün Avni Aker'deki yarışmaları izlemeye gitmiş. Bakmışlar ki sahada atletler koşuyor. Temel sormuş: ‘‘Ula, bu uşaklar niye koşay?..’’ İdris cevap vermiş: ‘‘Birinci olup madalya kazanmak için.’’ Temel yine sormuş: ‘‘Peki öbürleri niye koşay?..’’
- Trabzonspor'a kurulduğu günden beri hizmet ediyorum, yönetim kurulu üyeliklerinden futbolcu kaçırmaya kadar. 1979'da Bolu'dan Orhan ve Necdet'i ben kaçırdım, Malatya'dan Mehmet Ekşi'yi ise Tugay'ın babası Piç Özkan. Özkan Sümer'e demir örgüleri kaldırılması konusunda ısrar edenlerden biriyim. Ben yenilmenin acısını, yenmenin mutluğunu çok iyi bilirim. 1995'te Fenerbahçe'ye kendi sahamızda 2-1 yenilip son dakikada şampiyonluğu kaçırdığımızda hırsımdan çok ters, acayip şeyler yapabilirdim. Onun için otele gidip yorganı kafama çektim, üç saat saunadaymışım gibi ter attım. 10 senelik şampiyonluk özlemimiz çok sevdiğim Şenol'un taktik hatası yüzünden bir anda uçup gitti. Trabzon seyircisi kavga çıkarmaz, son Fenerbahçe maçında da görüldüğü gibi. Fenerbahçeli taraftarlara bir tek Trabzonlu cevap vermedi, Trabzon tribünlerinde sökülen bir tane sandalye yok. Aziz Yıldırım denen beyefendi, mafya lideri gibi adam taşıyor maçtan maça, olacak iş mi?.. Önce idareciliği öğrensin, kulüp yöneticiliği nedir, nasıl yapılır hiç haberi yok. Bunca yıldır olmuyordu, neden şimdi oluyor, neden Galatasaray ya da Gençlerbirliği maçlarında kavga çıkmıyor?.. Onların taraftarları ekmek, döner bıçakları kuşanıp gelecek, benim gariban Trabzonlum da susup gel kes kardeşim mi diyecek? Fenerbahçe bizim ezeli rakibimiz, biz Galatasaray'dan da beter rakibiz Fenerbahçe'ye. Onlara yenildiğimiz zaman bizden bir kişi çıkıp sahaya mı girdi kardeşim, cümle álem görecek ki bundan sonra da girmeyecek. Yenerciğim, bir şey daha söyleyeyim, bugün yönetici olsam Fenerbahçeli Tuncay'ın mutlaka takımımda olmasını isterim. Bakma sen üç tane gol atmasına, bana göre Fenerbahçe'de yanlış oynatılıyor. Tuncay, bana Ali Kemal'i, Cruyff'u hatırlatıyor. İlhan Mansız'ın ayağına top müthiş yakışıyor ama, o çocukta spor ahlakı eksik. Her maçta kart görürsen, oyundan atılırsan, kulübüne nasıl faydalı olacaksın? Belki de çocuğun sinir sistemi futbol oyununa el vermiyor, anlayamadım.
42 YILDA 186 FİLM, 30 SENARYO
- Sinemaya 1961 sonunda ‘‘Fosforlu Oyuna Gelmez’’ filmiyle adım attım. Orhan Günşiray ile Neriman Köksal'ın yaptıkları ilk Fosforlu çok tutunca devamını çekmeye karar vermişler. Ben o sırada İstanbul Hukuk'ta okuyorum, Trabzon Talebe Yurdu'nda kalıyorum. Türk sineması hakkında hiçbir bilgim yoktu, zaten yerli filme gitmezdim. Benim için varsa yoksa kovboy filmleriydi, aşk filmlerini filan da sevmezdim. Arada bir Acar Film'in sahibi Murat Köseoğlu'nun yanına gidiyorum, baba dostu olarak bana maddi destekte bulunuyor. Para almaya gittiğim bir gün tesadüfen orada gördüğüm yönetmen Aydın Arakon beni beğenmiş. Ertesi gün Murat amca beni çağırdı, Aydın ağabey Eşref Kolçak'la anlaşamamış, onun yerine beni oynatmaya karar vermiş. 1962'de Artist Mecmuası'nın sinema yarışmasında erkeklerde ben, kadınlarda ise Filiz Akın birinci seçildik. Bunca yıl içinde 4 film yönettim, 30 senaryo yazdım, 2 Altın Portakal kazandım. Bu yılki Antalya film Festivali'nde bana onur ödülü verilecek.
TÜRK SİNEMASINA SÖZ SÖYLETMEM
- Eski filmlerim oynadığında hanımla birlikte televizyon karşısına oturup gururla seyrediyorum. Müthiş beğeniyorum, Türk sinemasına karşı biri kötü laf ettiği zaman müthiş bozuluyorum. Bugünkü müthiş teknik yok, yokluklar içinde 15 günde çekmişiz o filmleri. Türk sinemasında artık hiç kimse bizim dönemin ulaştığı yere ulaşamaz, bizim sayımızda film bile çekemezler. ‘‘Duvarların Ötesi’’nin galası için Ankara Koleji'ne gittiğimde kolejin bütün kızları arabamı elleriyle havaya kaldırdı. Adana'ya, İzmir'e galaya giderdik, gezdiğimiz 20 sinema da insan tarlası gibi olurdu, sadece kelleler görülürdü. Birinci vizyona Lale, İnci, Şan, Bulvar, Opera,Yeni başta olmak üzere 14 sinemada çıkardık. En kötü sinema bin kişilikti, 5 matine eder 5 bin kişi. Toplam 14 sinema 70 bin kişi, yalnız İstanbul'da haftada 500 bin kişi. Şimdi 100 bin seyirci izleyince rekor deniyor, ulan beğenmediğiniz bizler 40 sene önce sadece İstanbul'da 500 bin yapıyorduk. Şimdi sinema okulundan her mezun olan kendini Fellini zannediyor. Kendi sinema tarihini inkar ederek bir yere varmaya çalışırsan ortada kalırsın. Ölünceye kadar sinemamızın koruyucusuyum, kimseye çamur attırmam, Türk sinemasının aleyhinde konuşan karşısında beni bulur.
FATMA BENİ ÖPERKEN HEYECANDAN ÖLDÜM
- İlk filmim ‘‘Fosforlu Oyuna Gelmez’’in ilk çekim günü Yener'ciğim. Orhan Günşiray'ın ‘‘Kıtıpiyoz’’ takma adlı erkek kardeşini oynuyorum. Sevgilim de Fatma Girik. Filmde kimler yok ki, Orhan Günşiray, Neriman Köksal, Ahmet Tarık Tekçe, Hüseyin Baradan, Altan Erbulak... Bıçkın İstanbul kabadayısını oynuyorum, hep apaş durumdayız. Yönetmen Aydın ağabey, bana ‘‘Şu kapıdan koşarak çıkacaksın, Fatma karşıdan sana Kıtıpiyoz diye bağıracak. Sen de onun adını söyleyip ortada sarılıp öpüşeceksiniz’’ dedi. Öpüşme lafını duyar duymaz kıpkırmızı olmuşum, titreyerek ‘‘Aydın ağabey ben bu kadar milletin önünde nasıl öpüşürüm?’’ diyorum. İçimden de ‘‘Bu rol ulan, eşekleşme’’ diyorum, sonunda kendimi ikna ettim. İşaretle yerimden fırladım, karşıdan da Fatma geldi, bana sarıldı. O an heyecandan ölüyordum; zaten ben Fatma'yı öpmedim, o beni öptü. Fatma beni ne zaman görse bu sahneyi anlatır; ‘‘Bana sarıldığında elektrik çarpmış gibi oldum, heyecandan öyle titriyordun ki’’ der.
TRABZON’DA ESKİDEN PİYANO ÇALINIRDI
- Trabzon'da bizim büyüdüğümüz 19502li yıllarda 18 konsolosluk vardı, Şems, Saba otellerinin restoranında öğle yemeklerinde piyano, keman çalardı. Eşim Ayla'nın annesi ve babası keman çalar, benim annem keman, babam ut çalardı. Bahçeden bahçeye atışmalar yaparlar, birisi rast çalarken öteki nihaventle ona cevap verirdi. O yıllarda Trabzon'daki dondurmacılarda bolestera denilen işlemeli önlüklü kızlar gümüş kupalarla dondurma servisi yapardı. Evimizin tam karşısında İskerderpaşa Camii vardı, bir aşağımızda da İtalyan kilisesi vardı. Orada ezan okunurken, ötekinden çan sesleri gelirdi. İtalyan kilisesinin papazları her ramazan bizim eve iftara gelirdi. Şimdi bahçeden bahçeye silah atılıyor, bolesteranın yerini ise kara çarşaflar aldı.