Dünyaca ünlü Arjantinli yazar Daniel Moyano'nun oğlu, dünyaca ünlü serbest klasik Latin gitarist Ricardo Moyano, tam 10 yıldır ‘‘milli damadımız’’ olarak İstanbul'da yaşıyor, haberiniz var mı?
Türkçeyi ‘‘abdi’’ ile ‘‘apti’’ arasındaki nüansı anlayacak ve anlatacak derecede biliyor. Türkiye'den anlatırken ‘‘Bizim memleket çok pahalılaştı’’ diye dertlenen, ‘‘Bizimkiler Irak konusunda ne karar verecek?’’ diye meraklanan yine o Ricardo. Arjantinli gitar virtüözü damadımızın tek kusuru, futbol ve tangoyu sevmemesi. Maradona, Ortega gibi hemşerilerini tanımıyor bile.
Merdivenköy'deki mütevazı evlerinde gördük ki, 42 yaşındaki damadımız çok sessiz: ensesine vur lokmasını al türünden bir dünya vatandaşı. Bütün dünyası sevgili eşi Sibel ile gitarı ve notaları arasında. İçkisi, kumarı, sigarası, çapkınlığı yok, sanki kanatsız bir melek. Sibel'in yalancısıyım, Ricardo gitar çalarken kanatları da ortaya çıkıyormuş. Daha ne olsun ki,bundan iyisi Şam'da kayısı.
Arjantin'in ‘‘milli gelini’’ Sibel Moyano ise Boğaziçi Üniversitesi mezunu bir elektronik mühendisi. Halen aynı üniversitede uzman olarak çalışıyor, internet projelerine danışmanlık yapıyor, aynı zamanda okulun eğitim destek sisteminin kurucusu. İlk eşinden olan 17 yaşındaki oğlu Çelik de Ricardo'nun en yakın arkadaşı. Ve inanıyorum ki bu sempatik Arjantinli sizin de kalbinizi fethedecek, gelin de görün.
Türkiye’yi Nazım Hikmet’le tanıdım
Arjantin nire, Fransa nire, Türkiye nire, hele Merdivenköy hepten nire?..
- İstanbul'a ilk gelişim 1992 yılında Yıldız Üniversitesi'nin düzenlediği bir konser dolayısıyla oldu. Sonra tekrar geldim, AKM'de solo çaldım, trio yaptım. Türkiye'yi ilk kez 12 yaşımda Nazım Hikmet'in eserleri dilimizde yayınlanınca öğrendim. Babam Nazım Hikmet'in şiirlerini çok sever, mutlaka benim de okumamı isterdi. Türkiye'yi 1001 gece masallarının yaşandığı bir ülke olarak hayal ediyordum, ama İstanbul'a ilk gelişimde Latin Amerika benzeri fakir bir Avrupa ülkesine benzettim. Daha sonraları Anadolu'da da konserler verdim, İzmir, Adana, Mersin'i gezdim, oraları daha da güzel. Adana'nın acılı kebapları, çiğköftesi bizim ülkenin acılı yemeklerine benziyordu. Sofralarından tarihi eserlerine kadar birçok zenginliğini tanıdıkça Türkiye'ye hayran kaldım, bağlandım. Hayatımda ilk kez bir caminin içine burada girdim. İnanılmaz iyi kalpli, konuksever Türk insanına aşık oldum, tıpkı benim ülkemin insanı gibiydi. O tarihlerde Arjantin'e girmemiz yasak olduğu için vatan özlemi çekiyordum. Türkiye'yi Arjantin'e çok benzettiğim için bu ülkeye yerleşip bu hasreti dindirmeye karar verdim, iyi de yapmışım.
Bizim ordu faşist ve Hıristiyan sizinki ise laikliğin bekçisi
Arjantin'le Türkiye arasındaki benzerlikler anlatmakla bitmez, enflasyondan cuntacılara kadar...
- Türkiye ile Arjantin birbirine ikiz kardeş kadar benziyor. İnsanları konuşkan, iyi kalpli, misafire bayılıyor; politikacılar, palavra vaatler, mafyacılık, hırsızlık hep aynı; tek benzemeyen ordularımız. Bizim ordu hem faşisttir, hem de çok Hıristiyan, çok dindardır. Her pazar kiliseye gidip dua eder, sonra da çıkıp gözünü kırpmadan kolayca adam öldürür. Türk Silahlı Kuvvetleri ise gördüğüm kadarıyla laikliğin koruyucusu, burada bir İslam devleti kurulmasına sonuna kadar karşı ve hiç dindarlık gösterisi yapmıyor. Hıristiyanlara göre Türkler savaşçıdır, barbardır, sizi hiç sevmezler. Ben ateist bir Arjantin ailesinin çocuğuyum, bizim Hıristiyanlıkla falan bir ilgimiz yok. Bütün dinlerden hoşlanmam. Bence hepsi Allah'ın adını kullanarak gezegenimizi harap ediyor, hayvanları, insanları öldürüyor. Bitkiler insanlardan daha değerli; biz senfoniler yazabiliriz, aya gidebiliriz ama bize oksijeni veren onlar.
Sadettin Kaynak ve Avni Anıl en sevdiğim besteciler
Arabesk denilen müzikte çok ritim aleti var, bizim ‘‘Quarteto’’ adlı müziğimize çok benziyor. Ben Türk sanat müziğini çok seviyorum, en sevdiğim besteciler Avni Anıl ve Sadettin Kaynak. Halk müziğinde de çok güzel otantik eserler var. Türk pop müziği hakkında ise bilgim yok ama, bazen çok değerli müzisyenlerin çok sıradan şeyler yaptığını görüyorum.
Her yıl 2 aylığına Arjantin'e gittiğimizde bütün gün gitar çalıyorum, günde en az 16 saat filan.
Peronist olmadığım için ‘‘Don't Cry For Me Argentina’’ şarkısı bana bir şey ifade etmiyor. Brahms'dan bir şeyler çalıp şarkı diye ortaya çıkarmışlar.
Marquez ve Cortazar babamın arkadaşıydı
Birden hüzünlendi Ricardo, gitarını eline alıp yanık yanık hem çaldı, hem anlattı.
- Babam Daniel Moyano, romanları, hikayeleri birçok dilde yayınlanan ünlü bir devrimci yazardır. El Oscuro, The Flight of The Tiger, The Devils Trill gibi romanları bütün dünya dillerine çevrildi, 1991'de kaybettik. Yakın arkadaşları Nobel ödüllü Gabriel Garcia Marquez ile Julio Cortazar sık sık bize gelip kalırlardı. Babam faşistlere karşı eserleriyle amansız bir mücadele verdiği için cuntacılar onu sık sık hapishaneye gönderirdi. 1976'da faşist Videla iktidara el koyunca ailece İspanya'ya kaçmak zorunda kaldık. Çünkü babamın kitaplarını yayınlayan kitabevinin sahibi öldürülmüştü, sıranın babama geldiği söylendi. 1970-1976 arasında La Rioja Konservatuarı'nda klasik gitar okudum. Ardından Madrid Kraliyet Konservatuarı'nda da 8 yıl klasik gitar okuduktan Paris'e gittim. Orada kaldığım 8 sene içinde Arthez de Bearn yaz okulunda klasik müzik ve Güney Amerika müziği okudum. Bu arada İtalya'dan Portekiz'e, Belçika'dan İsveç'e kadar birçok ülkede konserler verdim. 14 albümüm var, sayısız bantlar, konserler. Benim doğup büyüdüğüm yer, küçücük, yoksul bir çöl kenti, su hiç yok. Biliyor musun Yener, İspanya'ya yerleşinceye kadar hayatımda hiç balık görmemiştim. Çocukluğumda televizyon da yoktu, okula ise günde sadece 4 saat giderdik. Bu yüzden bütün günümü doğada eşek sırtında veya yürüyerek geçirirdim. Tek lüksümüz Renault 4 marka küçük ve eski bir arabaydı. Bizim şehre ilk trafik lambası konulduğunda maydanoz satan bir köylü kadınının eşeğini oraya bağlamasını hiç unutmam. Bizde de deprem çok olurdu, bu sarsıntılara alışığım yani. Biliyor musunuz, parasızlıktan Arjantinimi satıyorlar, içim kan ağlıyor. Topraklarımızı almak için başta Yankeeler olmak üzere Avustralyalılardan Almanlara kadar birçok para babası sırada. Patagonya bomboş koca bir çöl ama, altında muazzam petrol yatakları var.
Sibel’e ilk bakışta aşık oldum
Ricardo gözlerini hiç ayırmıyor sevgili Sibel'inin gözlerinden. Hep saygılı, hep sessiz, hep gözleriyle konuşuyor.
- Ankara'da Yapı Kredi Festivali'ndeki konserimde Ali adlı bir arkadaşımın eşinin arkadaşı olarak tanıştım Sibel'le. Konserden sonra bir şeyler yiyip içtik, ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum ama, her şey çok güzeldi. Sibel'e ilk bakışta aşık oldum galiba. Hemen Fransa'ya gidip evlendik, Sibel'e de oturma izni alıp bir yıl Paris'te yaşadık. Bu arada piyanonun başına geçip bana ‘‘Ay Işığı Sonatı’’nı çaldığı günü hiç unutmuyorum. Sibel o sırada Paris'te yaşamak istiyordu, ben ise aksine Türkiye'ye dönmekte ısrarlıydım. Ben Paris'i değil, oradaki müzisyen arkadaşlarımı özledim hep. Daha sonra Sibel'le birlikte Arjantin'e gittik, oradaki akrabalarımla tanıştı, doğduğum evi gördü. Hiç iltifat etmiyorum, Sibel çok büyük bir bilgisayar mühendisidir. Birbirimizi evde ‘‘yim-yum’’ diye çağırırız, o yim'dir, ben yum. Sibel'e olan duygularımı anlatabilmek için ona bir piyano eseri yazdım, adı Cato, yani kedi.