MİT Müsteşarı'nın eskisiyle bile konuşurken insan kendini beynini okuyan çok özel bir röntgen cihazındaymış gibi hissedebiliyor.
Eğer bir zamanlar polis muhabirliği yapıp, fazlaca polisiye roman okuyup, filmlerini de izlediyseniz, gizli kameraların, mikrofonların nerelerde olduğunu bile merak edebilirsiniz. O kibar, güler yüzlü kişiyi 1976'da sevgili Şenay-Şerif Yüzbaşıoğlu ile birlikte Uluslararası Altın Orfe Müzik Festivali için gittiğiniz Bulgaristan'ın Slançev Briag kentinde Burgaz Başkonsolosu olduğu günden beri tanısanız bile. Dünyalar güzeli sevgili eşi Filiz Akın'ı gerçek adıyla ‘‘Suna’’ olduğu günlerinden tanıyıp Artist Mecmuası'nda Tanju Gürsu'yla birlikte kapak yıldızı olduğu güne tanık olsanız bile. Sönmez Köksal'la konuşmak kolay değildir, eskiden beri lafını bir kere değil bin kere tartar. 40 yıllık diplomatlık serüveni içindeki başkonsolosluk, müsteşarlık, büyükelçilik görevlerine 6 yıl yaptığı MİT Müsteşarlığı'nı da ekleyin. Nice tarihi olaylara tanıklık etmiş, nice tarihi belgelere imza atmış, nice gizli labirentlerde dolaşmış bu ağzı sıkı ünlü diplomatın ağzından bakalım nasıl laf alacağız. Tereciye tere satmak gibi olacak ama, haydi kolay gelsin.
Saddam'ın elinde büyük mali kaynak var
Sönmez Köksal, dünkü Saddam'ı da iyi bilir, dünkü Irak'ı da... Peki yarın ne olacak derseniz...
- Ben Saddam'ın öldüğüne inanmıyorum, özellikle Kuzey Irak'ta saklanabileceği bir sürü yer var, orada olabilir. Irak'taki bütün terörist hareketlerin arkasında en büyük pay Saddam'ın diye düşünüyorum. Bağdat düşmeden önce Irak Merkez Bankası'nın bütün dolar rezervini TIR'lara yükleyip kaçırmış. Elinde bu kadar büyük mali kaynak olan birisinin bazı hareketleri finanse etmesi çok kolay olur. Hele yaşadıkları bu ekonomik krizde, işlerine son verilen polisler, ayda 50 dolar maaş almak için isyan çıkarıyor.
Bağdat'ta görev yaparken birkaç kez Saddam'la karşılaştım, büyükelçilerle görüşen bir devlet başkanı değildi. Karizması vardı, konuşmalarımızda her zaman konulara hákim görüntü verirdi. Saddam, bir Arap milliyetçisi olduğu için Türklere karşı menfi bir bakış açısı vardı ama, Türkiye gerçeğini de iyi bilirdi. Hiç kimsenin onun görüşünden farklı bir görüş sahibi olması mümkün değildi. Sadece silahlı kuvvetler, parti, halk ordusu değil, bütün toplumun en küçük hücresine kadar her şeyi kontrol edebilecek mekanizmaların başındaydı.
Türk askeri Irak’ı parçalatmaz
Gidelim mi, gitmeyelim mi, vay o ne diyor, vay bu ne diyor, peki Sönmez bey ne diyor?
- Evet, Türk askerinin Irak'a gitmesi gerektiğine inanıyorum, çünkü bölgenin büyük ülkesi olarak orada büyük işlevimiz var. Türkiye'nin bu süreci olumluya çevirecek imkanı var; hem kültür, hem siyasal, hem de sosyal açıdan. Eğer Irak parçalanır, Suriye de bundan etkilenirse güneyimiz bütünüyle istikrarsız bir bölge haline dönüşür. Asker göndermek elbette rizikolu bir operasyon, PKK dahil bütün terörist güçler Türkiye'yi hedef alacak. Ama, Türkiye gelecekte kendi toprağına dönük tehdidi bertaraf etmek için Irak'ta olacak. Türk askerinin oradaki birinci görevi Irak'ın parçalanmasını önlemek. Sadece Kuzey Irak'a girerek Irak'ın parçalanmasını engellememiz mümkün değil. Türkiye'nin Irak'la ilgili gizli bir gündemi yok, başkalarının varsa onu bilemeyiz. Bazı Amerikan yetkililerinin Türk askerinin gitmesi konusunda tereddütte oldukları yolundaki sözleri ise kendi tayin ettikleri Irak Konseyi'nin gönlünü almak için.
Bizim gibiymiş
Arkadaşımız Yener Süsoy, yıllar öncesinden tanısa bile eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'la röportaj yaparken biraz tedirgin olduğunu itiraf etti. Süsoy ‘‘Kırk yıllık arkadaşım ama, polisiye merakımızın getirdiği önyargıdan olacak, sağında solunda ‘böcek' var mı diye dokunmadan edemedim’’ dedi.
Chirac, Ecevit’i hiç affetmedi
Paris Büyükelçisi 1940 İzmir doğumlu Sönmez Köksal, Türkiye-Fransa ilişkilerinin en tatlı, en tatsız günlerini yaşamış, perde gerisinde çok roller almıştır.
- Türkiye-Fransa ilişkilerinin dönüm noktası, Başbakan Ecevit'in Türkiye'nin açtığı helikopter ihalesinde Fransızların Eurocopter firmasının elendiğini ayaküstü açıklaması oldu. Jacques Chirac ise ülkesinin savunma sanayiini ve bu ihaleyi çok önemseyen bir tavır içindeydi. Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye-Fransa ilişkileri her açıdan çok güzel bir dönem yaşıyordu. Benim de Chirac'la çok sıcak ve yakın ilişkim vardı. Her karşılaşmamızda mutlaka dost olarak vurguladığı Demirel'e selam gönderirdi. Demirel'i Çankaya'dan ayrılmadan önce mutlaka ziyaret edip dostluğunu göstermeye de kararlıydı. Chirac'ın şimdi Fransa'nın BM Temsilcisi olan o zamanki diplomatik müşaviri Jean-Marc de La Sabliere beni ofisine davet ettiğinde ziyaret tarihini tespit edeceğimizi sandım. Ne gezer, o gün meslek hayatımın en zor görüşmelerinden birini yaptım. Meğer bir gün önce Ecevit başbakanlık merdivenlerinde gazetecilerle ayaküstü konuşurken Fransızların elendiğini açıklamış. La Sabliere'in ilk sözü, Chirac'ın bir Fransız malının kötülendiği, üstelik bunun bir başbakan tarafından diplomatik nezaket kuralları dışında yapıldığı için küplere bindiği oldu. Eğer böyle bir karar alınmışsa bunun kendisine özel bir mektupla gerekçeleriyle bildirilmesi gerektiğini söyledi. Daha sonra da Fransa'ya hiçbir izah edici mesaj verilmeden dosya kapatıldı. Bu şartlar altında Chirac'ın Türkiye'yi ziyaret edemeyeceğini, daha olumlu bir dönemin beklenmesi gerektiğini de ekledi. La Sabliere'in yanından çıkar çıkmaz Cumhurbaşkanı Demirel'i telefonla arayıp görüşmeyi kendisine aynen aktardım. Kendimi otomobil kazasından çıkmış gibi hissettiğimi söyleyip, işin vahametinin altını çizdim. Süleyman Bey sözümü kesmeden beni dinledikten sonra ‘‘Ne yapalım artık olan oldu ama, iki ülke birbirinden bu kadar kolay vazgeçmez’’ dedi.
Chirac daha sonra Türkiye'nin bütün tepkisine rağmen oldu bittiyle Senato ve Ulusal Meclis'ten geçirilen Ermeni Soykırımı Yasası'nı itirazsız onayladı. Bu arada hükümetimiz beni görüşmelerde bulunmak üzere Ankara'ya çağırdı. Birkaç ay sonra yeniden Paris'e döndüğümde doğrusu işin tadı, keyfi kaçmıştı. Yener bey, ihale hala sonuçlanmadı, o zaman dost ülkelerin liste dışı bırakılıp elenmesinin anlamı neydi? Lüzumsuz yere Fransa'yı küstürdük, bu yüzden Jacques Chirac da Bülent Ecevit'i hiç unutmadı ve affetmedi.
Kuveyt’e saldırıyı 6 ay önce bildirdim
Sönmez Köksal, atadan babadan kalma istihbaratçı değil, nasıl oldu da ilk sivil MİT Müsteşarı olarak tarihe adını yazdırdı?
- MİT Müsteşarlığı görevine gelmemde Dışişleri'nde sıradışı bir kariyer izlemiş olmamın da rolü var. Bağdat'taki görevim sırasında İran-Irak savaşını yaşadım, bu arada tedviren Tahran Büyükelçiliği görevini de yürüttüm. Bağdat'ta birtakım iyi haber kaynaklarım vardı, bazı değerlendirmelerde bulundum. Saddam Hüseyin'in Kuveyt'e yönelik bir istila hareketine girişebileceğini başlangıcından 6 ay önce Ankara'ya yazmıştım. Hatta, bizim bürokratlar ‘‘Şimdi bu da nereden çıktı’’ der diye bir süre de üzerine yattım. Sonunda elimde kalmasın diye raporu mart ayında Ankara'ya gönderdim, nitekim ağustos ayında da Irak istilası başladı.