Sen kalk Sivas’ın 3050 rakımlı Kızıldağ’ının eteğindeki İmranlı’nın Karataş Köyü’nden çık, sonra gel Fransa’nın Gurmeler Kulübü’nün üyesi ol.
Komilikten garsonluğa, şeflikten genel müdürlüğe ve patronluğa kadar uzanan maratonda sosyetenin gözbebeği ol. Discorium’dan bütün Şamdan’lara, Juliana’s’dan Venge’ye, Margaux’dan şimdi de Nişantaşı Komşu Kebap’a kadar. Onun adı Kemal Koç. Sivaslı bir kapıcının çocuğu. Şimdi, en ünlü terzilerden giyiniyor, ayağında en pahalı ayakkabılar, kolunda en ünlü saatler. Komşu’nun duvarlarında sarmısak, soğan değil İsmail Acar’ın tabloları asılı. Kemal Koç bu belli olmaz, bakarsınız bir gün doğup büyüdüğü toprakların aşlarını da yapar. Pancarlı çorba, madımak, evelik, düğürcek aşı, tırhıt, sübüra, kelecoş, tarhana, içli köfte, hıngel gibi. Yanlarında da tandırda kül çöreği, kömbe veya kete olacak. Afiyet olsun.
Gecede 70 şişe şampanya
- Sosyete kelimesine oldum olası takılıyorum, ne sosyetesi Allah’ını seversen? Sen bu dünyanın girdisini çıktısını benden daha iyi bilirsin. Ben onlara cemiyetçi insanlar diyorum, her magazin sayfasında adı çıkan sosyete olursa vay halimize. Bir ara Türkiye’de millet zannetti ki, bir yeni süper lig oluşuyor. Orada bir an önce yer almak için insanlar birbirini ezdi, servetler harcadı. Bakın şimdi, o süper ligde oynayanların çoğu küme düşmüş durumda. Ama, 1. ligde olanlar ise öyle ya da böyle hálá yollarına devam ediyor. Demek ki, uzun vadede istikrarlı giden, namusuyla işine gücüne sahip olana bir şey olmuyor. Vur-kaççılar, hayaliciler, havadan para bulanlar gece hayatından da silinip gitti. 12 Eylül’den önce 70 şişe şampanya sattığımız geceler çok olmuştur. Sevgililerinin ayakkabılarından şampanya içenleri de çok gördüm, o dönemde. Şimdi o insanların çoğu perişan durumda, aralarında yardım ettiklerim bile oldu.
Club 12’de Aşık Veysel çaldıran kabadayı
- Sivas’ın İmranlı ilçesinin Karataş Köyü’nde 1957’de doğdum. Anam küçük tarlamızda çalışırdı, babam amelelik yapmak için Ankara’ya giderdi. 1965’de ailece İstanbul’a göçtük, babam Harbiye Ölçek Sokak’ta bir apartmanın kapıcısı olmuştu. Altınbakkal İlkokulu’nu zor bela bitirdikten sonra Şişli Ortaokulu’na gittim, Mustafa Sarıgül sıra arkadaşımdı.
Ondan sonra Taksim’deki Turizm Eğitim Merkezi’nden mezun oldum. İlkokuldayken yazları Dolmabahçe sirklerinde minder satardım. 10 yaşındayken Devekuşu Kabare Tiyatrosu’yla tanıştım, ağabeyim orada garsondu. Tiyatronun patronu da olan Haldun Bey, her akşam oyunu benim oradan seyrederdi. Metin Akpınar’ın masası bir başka olurdu, sohbetlerine doyulmazdı. Bazen 24 saat masadan kalmadığı olurdu, masadakilerin hepsi değişir, bir tek o sabit kalırdı. 1982’de Park Şamdan’ın metrdoteliyken, bir akşam Metin ağabey geldi. Onu iyi tanıdığım için şef arkadaşım Hıdır’a; ‘Sen git, ben Metin ağabeye hizmet ederim’ dedim. Hıdır, ‘Sen git, ben yarın geç geleyim’ dedi. Başına gelecekleri bildiğim için hiç sesimi çıkarmadım. Ertesi gün öğleye doğru işe geldiğimde, Hıdır sakalları çıkmış bir vaziyette beni bekliyordu, Metin ağabeyin başında. Alt kat, devrin en popüler mekanı Club 12’ydi. Her akşam mutlaka inip kuru fasulye yerdim. Bir gece ismi lazım değil, rahmetli ünlü bir kabadayı, orkestradan áşık Veysel’in ‘Dostlar Beni Hatırlasın’ını istedi. Çaldılar, dinledikten sonra Club 12’nin bulaşıkçısından müdürüne kadar bütün personele bahşiş dağıtıp gitti.
Üç bin dolar bahşiş
- Meslek hayatımın en büyük bahşişini Yeniköy Sabancı Korusu’ndaki Şamdansa’nın genel müdürüyken aldım. Kazak bir iş adamı, sahnedeki Nükhet Duru’dan bir şarkı istemiş, ilgilenmemişler. Adam bana gelip o şarkının söylenmesi için ricada bulundu, ben de Nükhet’ten rica ettim, söyledi. Nükhet şarkıyı bitir bitirmez adam yanıma gelip elime bir tomar para sıkıştırdı. Baktım tam üç bin dolar, Nükhet’e dönüp aynı şarkıyı bir kere daha söylemesini rica ettim. Buna rağmen, ben bol bahşiş veren müşteriye karşıyım. Ben maratoncuyum, aç-kapa iş yapmıyorum, para uzun vadede gelsin. Kısa vadede yapılan işlerin çoğu havayla gelip, kısa süre sonra sönüp gidiyor. Bugüne kadar hesap ödemeyen müşteriyle hiç karşılaşmadım ama, borç takan çok oldu. Ünlü bir işadamı Le Select’te verdiği yemekten sonra masadakilerden para topladı. Bana ise, hesabı daha sonra ödeyeceğini söyledi. Masada 18 kişi vardı, hesap bin küsur dolardı.
Garsonun hafızası güçlü olacak
Turgut Özal nur içinde yatsın, onun sayesinde bu sektör rahat nefes aldı. Astoria’da çalışırken dokuz şişe viski için altı arkadaşımla birlikte 3.5 sene Toplu Kaçakçılık’tan yargılandım. Bugün dünyanın dört bir yanından hangi içkiyi istersen bulursun Türkiye’de. Yalnız gümrük vergileri, komisyonlar ithal içkilerin fiyatını anormal yükseltiyor. Adam kendi ülkesinde 100 Euro’ya içtiği şarabı, burada 200-300 Euro’ya içiyor.
Garson alırken önce ellerine, sonra yüzüne bakarım. Eğer eli titriyorsa gönderirim, garsonun hem bileği, hem hafızası güçlü olacak.
İstanbul’da mesleğimin her kademesini yaşadım, her türlü zevki tattım. Artık biraz da bunu komşu ülkelerde yaşamak istiyorum, ilk hedefim Atina. Olimpiakos’un başkanı Socrates Kokkalis’le yakın ahbap oldum. Buraya en az yedi kere geldi, her seferinde bana, ‘Seni Yunanistan’da görmek istiyorum’diyor. Kokkalis, beni Olimpiakos’un aktif üyesi yaptı, oy kullanma hakkım da var. Ayrıca Beşiktaş’ın da kongre üyesiyim, bunu da iftiharla söyleyeyim.
Çocuklarınıza sahip çıkın
- HÜRRİYET aracılığıyla bütün anne ve babalara seslenmek istiyorum. Benim de üç oğlum var, herkes gibi ben de onları nice zahmetlerle büyütüp okuttum. Üzülerek görüyorum ki, gece hayatında yaş seviyesi çok düşmüş durumda. Neredeyse ilköğretim mezuniyet törenlerinde bile içki içilecek. Geceleri o kulüp senin, bu kulüp benim diye gezen küçücük kızları gördükçe içim parçalanıyor. Boyalı saçlar, inanılmaz makyajlar, mini mini etekler. Heba olmaya aday nice gencecik kızlar, çocuklar var. O çocukların ceplerinde tomar tomar dolarların ne işi var, neden veriyorsunuz analar, babalar? Lütfen, çocuklarınızın çevresinde kimler var, iyice bakın. Bugün gençlerin çoğu hafta sonlarında birbirlerinde kalıyor. Kim kiminle, hangi arkadaşlarıyla, nerede, nasıl kalıyor haberiniz var mı?