Paylaş
Çocukluğumda en çok, ‘‘teklik’’ denilen madeni bir lirayı severdim. Bir yüzünde Atatürk portresi, diğer yüzünde kocaman ‘‘1’’ rakamı vardı.
Bir liralık, gümüş ağırlıklıydı. Bir de 2.5 kuruşluklar, bir kuruşluklar vardı ki, bunlar bakır paralardı.
Ben evde bir kocaman mermer masayı futbol sahası şeklinde çizmiş, plastikten kaleler yapmıştım. Birer kuruşluklardan futbol takımları hazırlar, bunları o takımların renklerine boyardım. Bir deftere fikstür ve kadroları yazar, birer kuruşluklarla futbol ligi düzenlerdim.
İki takımı da ben oynadığım için her sezon Galatasaray şampiyon olurdu.
İki buçuk kuruşluklar, bir kuruşluklar vardı, ama satın alma yetenekleri yoktu. En ucuz şeyler beş kuruşa satılırlardı.
Bunlar ufak cikletler, macunlar, şammaliler filandı.
Eğer birkaç çeşit macun almak istiyorsanız, yirmi beş kuruşa kıymanız gerekirdi. Melek Hanım, bana fazla para vermez, abur cubur yememi istemezdi. Bu yüzden verdiği parayı hemen çarçur eder, kendim yemezsem de arkadaşlara macun, çikolata filan alırdım.
Babaannem Melek Hanım, bana serzenişte bulunur; ‘‘Senin para kıymeti bileceğinden endişeliyim’’ derdi.
Bu konuda henüz bir fikrim yok. Çünkü, hiçbir zaman kıymetini bilecek kadar param olmadı.
* * *
Ama cebimde pırıl pırıl bir teklik olursa kendimi rahat hissederdim. Onu bozdurmaya pek yanaşmazdım. Bir keresinde bisikletimin lastiğini tamir ettirmek için otuz kuruş vermiştim. Teklik elimden gitmişti; üzülmüştüm.
Gerçekten asil bir paraydı. Sonraları bir daha teklik sahibi olamadım. Bu paralar zamanla dudu kuşları gibi tedavülden kalktılar.
Kâğıt iki buçuk liralar da bitti. Yerlerine metal iki buçuk liralar geldi. Kâğıt beş liralarla ev satın alındığını zannederdim.
Kâğıt bir elli lira, hazine anlamına gelirdi. Yüz lirayı arasıra Melek Hanım'ın elinde görürdüm. Pazara gittiğinde bozdururdu.
Ama ‘‘mor’’ denilen binliği bir kez gördüm. Kocaman bir kâğıttı.
Hasat sonrası üzümleri sattığımızda mor binliklerden birkaç tane kazandığımızı düşünürdüm.
Melek Hanım, ‘‘Üzümler ucuza gitti’’ diye yakınırdı. Bu sözü her yıl söyler, ama gene üzüm bağlarını özenle korurdu.
Sandığını açar, tertipli bohçalarını çıkarır, bohçalardan aldığı bir kutuya bir binlik koyar, sonra kutuları, ardından bohçaları kapatır, sandığı kilitler ve anahtarları yanına alırdı.
Onun sandık açması benim için büyüleyici bir şeydi; hiç kaçırmazdım.
* * *
Aslında ben paradan sıfır atılması konusunda bir yazı yazacaktım. Bir teklik derken, nostaljik takıldık.
Her ne ise özetle yazayım. Paradan sıfır atabilmek, hele hükümetin ekonomiden sorumlu bakanının dediği şekilde atabilmek her babayiğidin harcı değildir.
Kuşkunuz olmasın, bunlar bu işi yapamazlar. Bu iş bunlara yaptırılmaz.
Ama bir de yapmaya kalkarlarsa...
O zaman seyreyleyin gümbürtüyü.
Paylaş