Paylaş
‘Ne yazık!' diye haykırdı içinden, ‘Hoşuma gitmeyen, gönlüme uymayan bir kadın uğruna yaşamımı harcamışım; ölmek istemişim; en büyük aşkımı yaşamışım!''
Bu sözleri Marcel Proust, ‘‘Swann'ın Bir Aşkı'' kitabının kahramanı Swann'a söyletir. Kesintisiz bir aşk tartışması yapabilmek için muhteşem bir anıt olan kitap bu sözlerle biter.
Aslında kitap Proust'un ‘‘Geçmiş Zamanın Ardında'' adlı muhteşem yapıtının bir ön bölümüdür. Ama kendi içinde bir bütündür ve size kesintisiz ve sonsuz bir aşk tartışması yaptırabilecek kadar olağanüstü bir yapıttır.
Yaşamımın ilk gençlik dönemlerinde yaptığımız ‘‘kesintisiz devrim'' tartışmalarından sonra, bedenin ruhu gençleştirmek için ihtiyarladığı bu son gençlik dönemlerinde dalmak istediğim kesintisiz aşk tartışması için bu kitaptan iyi bir kaynak olamazdı. İlk kez çocuk sayılacak yaşta okuduğum kitabı şimdiki yaşımda ancak bulabildim. Çünkü o zamanlar aşk denilen kavramı bilmiyor, anlamıyordum. Ancak şimdi iki şey anlıyorum. Aşkı anlayabilmek için onu yaşamalısınız ve yaşadıkça daha iyi anlayabilmek için yeniden, yeniden yaşamalısınız. Sonsuzluğa ancak böyle ulaşabilirsiniz.
* * *
Son zamanlarda iki kadın yazarımızın birbirleriyle girdikleri aşk tartışmasının ne kadar yüzeysel olduğunu ‘‘Swann'ın Bir Aşkı''yla daha iyi anladım. Aslında onlar bu konuyu kuşkusuz daha derinliğine tartışabilecek düzeydeydiler. Ne var ki, tartışmaya çok basit bir teferruat üzerinde koyulmuşlardı.
Ve belki onlar erkek olmadıkları için karşılaştıkları basit erkeklerden ancak böylesi yüzeysel tahliller çıkarabilmişlerdi.
Oysa bir erkeğin aşkı, kadının aşkına göre daha ıstırap vericiydi. Çünkü erkeğin âşık olduğu yaratık, kendisinden çok daha karmaşık ve derin olan kadındı. Bu yüzden erkek, aşkı sırasında kadını anlayamıyor, anlamaya çalıştıkça ıstırabı derinleşiyor ve sonunda şu gerçeğe varıyordu:
Bir kadını anlamaya çalışmak, boşu boşuna vakit kaybından başka bir şey değildir.
Bir gerçek daha vardı ki, o daha acıydı. Aşkta önce kadın seviyor ve erkek onu elde etmenin hazzını tadıyordu. Bu elde ediş bir zafer sarhoşluğu getiriyor ve erkek kadınını artık anlamaya bile çalışmıyordu. Nasıl olsa elde edilmiş bir varlığa acı çektirmeyi kutsal bir hak olarak görüyor, bu arada bilmeden kadındaki aşkı yavaş yavaş söndürüyordu.
* * *
Proust, kitabına Alfred De Vigny'nin şu satırlarını da almıştı:
‘‘İnsan bir kadına gönül verince hemen şunları sormalı kendi kendine: Çevresindeki insanlar kimler? Yaşamı nasıl geçmiş? Yaşamın bütün mutluluğu buna dayanır.''
Ve Proust şöyle ekliyordu:
‘‘Bu beklenmedik, bu gerçeğe benzemez sevgi, Swann'a bir yalan kadar, bir kötülük kadar keder veriyordu.''
Sonra Swann, ‘‘aşkın bir daha dönmemek üzere kendisini bıraktığı dakikayı kavrayamamış olmasına üzülüyordu.''
Ve ‘‘Ne yazık'' diye haykırıyordu.
Paylaş