Paylaş
Geçen akşam saat tam dokuzda balkona çıktım. Site'nin bahçesine baktım. Kimsecikler yoktu. İnlerle cinler top oynuyorlardı. Sadece büyük bir sessizlik vardı.
Birkaç ay öncesini hatırladım. Susurluk olayı ortaya çıktıktan sonra başlayan ‘‘Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık'' eylemi aklıma düştü.
Eylem önceleri pek katılım olmayacak görüntüsü vermişti. Ama birkaç gün sonra saat 9.00'da ışıklarımızı söndürmemizin akabinde, tencere tava sesleriyle irkilmiştim.
Balkona koşup aşağıya bakmıştım. Kadınlar ellerinde tencere tavaları tangırdatıyorlar; çocuklar ve gençler ‘‘Susma, sustukça sıra sana gelecek'' diye haykırıyorlardı.
Bir kısım gençler de ışıkları hâlâ yanık pencerelere doğru: ‘‘Işıklarınızı söndürün'' diye sesleniyorlardı.
Aslında çağdaş Türkiye, dokuzuncu senfoni filan değil, işte buydu. Türkiye'nin sesi çıkıyordu.
Eylem sonraları, ellerde mumlar yakılarak ve aynı sloganlarla sürdü. ‘‘Sürekli aydınlık'' aranıyordu.
Önceki gece bunları düşündüm. Sürekli aydınlık isteyen halkımız, sürekli bir karanlığın pençesine düşmüşçesine sessiz sedasızdı.
* * *
İçeri geçip müzik dinlemeye başladım. Aklıma daha bir dolu şey geldi.
Sürekli aydınlık ararken, ‘‘irtica'' aniden ortaya çıkmış, Türkiye bu konuya endekslenmişti. Susurluk olayı unutturulmaya çalışılmış, her geçen gün askerin siyasetteki ağırlığı artmıştı.
Toplum olarak ‘‘irtica'' ile ‘‘darbe'' seçenekleri karşısında kalmıştık. İkisinden birini seçmeye zorlanmıştık.
Oysa biz ikisini de istemiyorduk. İstediğimiz şey demokratik hak ve özgürlüklerimizdi.
İstediğimiz şey devletin demokratik olarak yeniden yapılanması ve Susurluk olayının gösterdiği çetelerden arınmasıydı.
Ama şaşkınlık ve korkudan olacak, rüzgâra kapılmış yapraklar gibi aynı yöne gittik. Sonuçta kendi karanlığımızı kendimizi getirdik.
Şimdi bunun hüsranını daha yeni yeni duyumsuyoruz.
Şimdilik ellerimiz böğrümüzde kala kaldık.
* * *
Bu düşünceler içinde Mehmet Ali Birand'ın ‘‘32. Gün'' programını kaçırmışım. Ertesi gün tam metnini bulup okudum.
Açık ve dürüst konuştuğu için yeni hükümet aracılığıyla kellesi istenenlerden Hanefi Avcı'nın söylediklerine hayran oldum. Avcı, terörün demokrasiyle önleneceğini inançla vurguluyordu.
Ve ‘‘Kamu kendi suçunu araştırmak için organize değil. Meclis bizi denetlemekten ürküyor; kendi üstünde gibi görüyor'' diyordu.
Bu sözler kesin doğruydu. Meclis, silahlı tüm güçleri, özellikle orduyu kendi üzerinde görüyordu.
Ama bu karanlığın uzun sürmeyeceği kesindi. Herkes giderek kendisine gelecek, herkes görevini bilecek ve yapacaktı.
O zamana kadar demokrasiye sıkı sıkı sarılacaktık.
Paylaş