Cumartesi: Efe’yi, geçen hafta anlattığım saldırıdan kurtaran arkadaşım Kerem aradı.
Her türlü kurtarma çalışması için hizmetinizdeyim diye. Meğer sabahları yürüyüşe çıktığında o kadar çok benzer saldırıyla karşılaşıyormuş ki, köpeklerin Süpermen’i olmuş. Akabinde bir başka telefon. İran kedisi annesi Ezgi’den. Efe’nin tıraş yazısını okumuş. Diyor ki, peki kediler tıraş olmaz mı? Valla bana sorarsanız olmaz, olmamalı da. Bir kediyi tıraş etmek, varlığına hakaret etmektir. Bir de yıkamak. Yıkanmayı küfür olarak algıladıklarından eminim. Ben keyfi tıraşlardan bahsediyorum tabii, veteriner kontrolündeki istisnai durumlar sayılmaz. Ezgi’nin, komik suratlı kedisi Felix, envai çeşit deri hastalığına, bir ara da bir tür mantara yakalandığı için mecburen tıraş oluyor. Ezgi Felix’e “mesih” diyor. Haklı valla, derviş gibi olmasa, o halde gezmeye tahammül edemezdi hayvan. Bir başka arkadaşım da Himalaya cinsi kedilerini tıraş ettiriyor. Onların gerekçesi de, evde yerlerde dolaşan bir bebek olması. Sadece kuyruklarının ucunda bir parça tüy kalıyor. Karaçi ve Muşka şanslı. Bugüne kadar hiçbir kedimi tıraş ettirmek zorunda kalmadım. Düzenli taramanın ve sürekli deri kontrolü yapmamın da etkisi var eminim. Dökülen tüy olayını da çözdük biz. Çift tabancalı silahşor gibiyim; biri şarjlı el süpürgesi, diğeri özel uçlu ve alerji filtreli harika hayvan tüyü süpürgelerim var. Pazar: Bugün Efe’yle ada macerası yaşadık. Macera diyorum ama daha çok acılı bir süreç aslında. Köpeğiniz varsa ve adaya gitmeye niyetleniyorsanız, işiniz çok zor. Maddi-manevi engelli triatlon gibi bir şey. Akşam İstanbul’a döndüğümüzde madalyayı hak etmiştik! Deniz otobüsleri kesinlikle hayvan taşımıyor. Bırakın tasmalı köpekleri, kafesteki kedileri, kuşları bile almıyorlar. Pardon alıyorlar ama güverteye, yanında kimse olmadan! O hayvan o gürültüde, rüzgarda ne olur, düşünen yok! Travma mı geçirir, dalgalardan hoplayıp zıplayıp kafesiyle birlikte denize mi düşer, umurunda değil İDO’nun. Kabataş’tan vapur var ama henüz kış tarifesi olduğu için Marmara Denizi’nde haftalık tura çıkmakla aynı süre. Geriye tek iskele seçeneği kalıyor: Bostancı. Bostancı’dan vapur seçenekleri fena değil ancak vapurlarda gittikçe artan bir hayvan düşmanlığı var. Daha birkaç ay önce ağızlıklı olmak kaydıyla iç salonlara alabildiğimiz Efe’yi artık sadece dış güverteye veya ayakta gidilen yerlere alıyorlar. Bir ay önce annemler Efe’nin oğlu Zeze ile Bostancı-Büyükada vapuruna binerken, kaptan köşkünün camından beline kadar sarkarak bağıran kaptan, “Çıkarın o köpeği, yoksa bu gemi kalkmaz” dedi. Salon falan değil derdi, gemiye almamaya çalışıyordu! Uzun bir tartışmadan sonra bindiler ama sinirleri de tükenmişti. Eğer İDO’cular merak ederse geminin ve kaptanın ismi bizde mevcut. Henüz köpeklerle derdi olmayan Bostancı-Büyükada motorlarına biniyoruz biz artık. Eğer motor boşsa, banka serdiğimiz örtünün üzerinde oturmasına da kimse ses çıkarmıyor. Efe zaten korkak, bir de köpek düşmanı insanlarla uğraşmaya hiç tahammül edemiyorum.