Paylaş
e-mail: yboran@hurriyet.com.tr
İlişki deyince hemen akla gelen ilk şey bir kadınla bir erkeğin ilişkisi. Sonra birbirini tanıyan insanların birbirleriyle aralarındaki ilişki.
Peki, bunların dışında ilişkiler yok mu? Aslında birbirinizi tanısanız da tanımasanız da, karşılaştığınız her durum ve şartta ilişkiler kendiliğinden oluşuyor.
Tabii bu ilişkilerin derecesi var. Sıcak ilişkiler, soğuk ilişkiler, ılık ilişkiler, sert ilişkiler, ilişki olmayan ilişkiler.
Şimdi yolda yürüyorsunuz ve tam bir adım atacakken bir de bakıyorsunuz ki, uzun bir kuyruk oluşmuş ve yolunuzu kesmiş. Ne yapacaksınız? İnsanlardan oluşan bu upuzun zincire bakıyorsunuz ve ardından dolaşmanın mümkün olmadığını düşünüyorsunuz. Peki bu zinciri yarıp nasıl geçeceksiniz? Çok basit, önünüzde duran insanlardan oluşmuş zincirin parçalarıyla ilişkiye girerek pek tabii.
İleriye doğru bir hamle yapıp ‘‘İzin verir misiniz’’ ya da ‘‘Müsaade eder misiniz?’’ deyip hamlenizi tamamlayacaksınız.
Şimdi, ‘‘İzin verir misiniz?’’ derken yüzünüzdeki mimikten sesinizin tonuna kadar herşey size izin verilip verilmeyeceğini belirleyecek. Emreder gibi, ‘‘Ne duruyorsun orada, babanın yeri mi?’’ der gibi, ‘‘İşimiz, gücümüz, acelemiz var, çekil kardeşim’’ ya da ‘‘Kör müsün, geçeceğiz işte. Ne bakıp duruyorsun, yol ver de de gidelim’’
Evet, ilişkiye daha birçok çeşitlemeler yapmak mümkün. Üstelik bütün bunları sadece iki kelimeyle ifade edebiliyorsunuz. Şaşırtıcı fakat tamamen gerçek. Yalnızca iki kelime söylüyorsunuz. ‘‘İzin verir misiniz?’’ Ve karşınızdaki kişi sanki anasına küfredilmiş gibi tepki gösteriyor. Olacak şey değil, fakat oluyor. Adamın zaten canı burnunda. Beklemekten iflahı kesilmiş. Bacakları artık bedenini taşıyamaz hale gelmiş. Yapması gereken tonla işi beklemek uğruna ertelemiş. Üstelik daha ne kadar bekleyeceğini bilmiyor ve bütün bunlar yetmezmiş gibi bu da gelmiş izin istiyor. Adam gibi istese canı yanmayacak. Sanki kabahat işliyormuşsun gibi suratına ters ters bakıyor. Adamın içinden gözlerini oymak geliyor. Tabii yol mol vermiyorsun.
İşte o anda kızılca kıyamet kopuyor. Meydana salınmış dövüş horozları misali kabarıp saldırıya geçiyorsun. İçinde yıllardır biriktirdiğin bütün öfkeyi kusuyorsun. Ve neden böyle yaptığını bilmiyorsun. Fırsat bu fırsat deyip sağdan soldan katılanlarla birlikte ilişki daha da kızışıyor. Kimin kime ne söylediği ve tartışmanın nedeni tamamen yitiriliyor. Bu sırada halkaları kopmuş zincir ilerlemeye başlıyor. Bu sırada kendine geliyorsun. Yaptığın kavgaya bir anlam veremiyorsun. Fakat, içinde bir hoşluk, tuhaf bir boşluk. Sanki üzerinden yılların yükü kalkmış gibi hissediyorsun. Tabii bunun üzerine kavgaya devam edecek mecalin kalmıyor. Dönüp son olarak aklına gelenleri sıralıyor ve işi tanrıya havale ettiğini bildiriyorsun. Ve bekleme zincirindeki yerini alıyorsun.
Bu sırada geçmek için izin isteyen kişi büyük bir şaşkınlık içinde ‘‘Acaba ben ne dedim, ne yaptım da böyle oldu’’ diye düşünmeye başlıyor ve düşüncelerin tümü burada kitleniyor. İmkanı yok çözemeyecek. İlişkinin nerede başlayıp nerede koptuğunu bilemeyecek. Bildiği anda zaten işin sırrına erecek ve bir daha böylesi nahoş durumlarla karşılaşmayacak. Daha doğrusu, böyle durumları bilmeden yaratmayacak.
Paylaş