'Gökyüzünde ne varsa, yeryüzünde de aynısı var' diyen Hermes Tris Megistus'un bu sözleri üzerine bir kitap yazabilirim. Ve şimdi böyle bir kitap yazmış olduğumu düşünün ve bu kitabın içinden bir bölümü aktardığımı hayal edin.
'Dışımızda ne varsa, içimizde de aynısı var'
Fırtınalar esiyor... Kasırgalar ağaçları köklerinden söküyor ve koca bir kenti silip süpürüyor. Volkanik dağlar patlıyor ve püsküren lavlar yeryüzünü yeniden şekillendiriyor. Sular yükseliyor ve koskoca adalar denizin dibini boyluyor. Faylar kırılıyor ve depremler kentleri yerle bir ediyor.
Bütün bunlar bizim dışımızda meydana gelen olaylar...
Peki, ya içimizdeki fırtınalar, volkanlar, seller, faylar ne durumda?
Bu soru size çok şaşırtıcı gelebilir. 'Hadi canım, daha neler' diyebilirsiniz. Ama böyle demeden önce sizi düşünmeye davet ediyorum. Hatırlamaya ve dikkat etmeye çağırıyorum. Fakat, daha önce 'Yansımalar evreninde' yaşıyor olduğumuzu hatırlatmalıyım.
Dışarıda gördüğümüz her şeyin karşılığı içimizde de aynı şekilde mevcut. Dış dünyada algıladığımız ne varsa, iç dünyamızda da var. Ve biz iç dünyamızı keşfedecek durumda değiliz ama dış dünyayı keşfederek kendimizi anlayabiliriz. Ve kendimizi ne kadar çok anlarsak, dış dünyayı algılamamız o derece genişler ve daha fazlasını keşfedebiliriz.
Keşfetmek için bizi harekete geçiren ise, ihtiyaçlarımız...
Öyle çok şeye ihtiyacımız var ki! Bunların arasında bizi en fazla harekete geçiren ise, kaygılarımızdan doğan emniyet ihtiyacı.
Emniyette olmak, koruma ve korunma, güven duygusunun sarsılmasına neden olan olaylarla karşılaşmak, bizi harekete geçiriyor. En fazla da hayati tehlike yaratan durumların kitlesel ihtiyaçları ortaya çıkarması, daha da etkileyici oluyor.
Şimdi bizim için en büyük ihtiyaç, deprem felaketine karşı alınacak önlemler.
SARSILMAYA İHTİYACIMIZ VAR
Yeraltındaki fayları ejderha olarak düşünen Kadim Çin bilgeleri aklıma geliyor. Ejderhanın resmini çiziyorlar ve ülkenin üzerine yerleştiriyorlar. Sonra ejderhanın üzerine gelen noktalara evlerini yapmıyorlar. Ünlü Çin Seddi'nin yapımı sırasında yazılan kayıtlarda, ejderhaya dikkat edildiği anlatılıyor ve kıvrıla kıvrıla uzanan setin fazla uzunluğu böylece açıklanıyor.
Kadim bilgilerin içine karışan hurafeler, bizi bilgiden uzaklaştırmıştı, şimdi yeniden keşfe çıkıyoruz. Aslında bu keşif, insanlığın kendini keşfetmesinden başka bir şey değil.
Unutulan bilgilerin açığa çıkması için depremlere ihtiyaç var. Yani sarsılmaya ihtiyacımız var. Dünyanın bize kendisini hatırlatmaya ihtiyacı var.
Bilgi, ihtiyaçtan doğar.
Doğum ise, bizim zihnimizde gerçekleşiyor. İç dünyamızı keşfetmemize yardımcı oluyor. İçimizdeki ve dışımızdaki evren aynı.
Şimdi öğrenme zamanı.
İçimizdeki fayları keşfetme zamanı.
İçinizde bir fay hattı olmasa, kırılmaktan söz etmezdiniz. Kimimizin fayları derinlerde, kolay etkilenmiyor. Etkilense de yüzeye pek yansımıyor.
Kimimizin fayları ise, yüzeye çok yakın. Kolay kırılıyor. Ortalığı yakıp yıkıyor. Etkisi şiddetli oluyor. Fakat, ister derinlerde olsun, ister yüzeye pek yakın olsun, içimizde bir şeyler değişiyor. Tıpkı yeryüzünde meydana gelen değişiklikler gibi diyorum, Yasemin'ce...