Yasemin Boran

Yasemin'ce

9 Ağustos 1998
Türkiye zor durumda kalabilirTürkiye neden zor durumda kalabilir, biliyor musunuz? Çünkü, bütün dünya göçmen kuşların avlanmasını yasaklarken Orman Bakanlığı izin veriyor da ondan. Hem de 1948 tarihli ‘‘Göçmen Kuşların Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’’yi Türkiye'nin imzalamış olduğunu unutarak... Hem de kuşları korumak için daha büyük yükümlülükler almış olduğu halde... Ayrıca, 1979 tarihli Bern Sözleşmesi'ni ( atmacaların yakalanması, alıkonulması ve öldürülmesini yasaklayan uluslararası andlaşma) Türkiye, 1984'te onaylıyor fakat, daha sonra böyle bir anlaşma yaptığını tamamen unutup Merkez Av Komisyonu toplantısında, ‘‘atmacaların bölgesel sertifikalandırılmasının araştırılması’’ şeklinde bir karar alıyor ki, bu kararıyla, hem uluslararası sözleşmeye hem de daha önceki sertifikalandırmayla ilgili Danıştay'da açılan davadaki, ‘‘bir defalık olduğu ve bir daha tekrarlanmayacağı’’ savunmasına ters düşerek.Tabii bunların dışında RAMSAR, RİO ve daha başka uluslararası sözleşmelere imza attığını unutarak 28 Temmuz 1998 günü Merkez Av Komisyonu (MAK) toplantısında sayıları zaten hayli azalmış olan göçmen kuşların haftanın yedi günü avlanmasına izin veriyor. Daha doğrusu bıldırcın, üveyik gibi kuşlar için haftanın yedi günü, yaban kazı, yaban ördeği, çulluk gibi kuşları ise haftanın beş günü avlanmalarını serbest bırakıyor. Bütün bunların sonucunda düşüncesizce alınan bu kararlar, yaban hayatını yok etmekle kalmayıp uluslararası platformda Türkiye'yi de zor durumda bırakacak gibi görünüyor. Üstelik zavallı göçmen kuşların kilometrelerce yolu katedip ülkemize nasıl geldiklerini biliyor musunuz? Pek çoğu yolda gelinceye kadar zaten telef oluyorlar. Mesela Karadeniz'i baştan başa ‘‘cephe göçü’’ şeklinde tanımlanan bir uçuşla geçip yorgun argın Karadeniz kıyılarına ulaşıyorlar. Hele bir de yağmurlu bir günde gelmişlerse (Çoğunlukla Karadeniz yağmurlu olur) tüyleri kanatları ıslanmış ve yorgunluktan uçacak halleri kalmamış bu minicik hayvanlar kıyıya konup sığınacak bir çalılığa koşturuyorlar. Bu sırada martı ve kargalar hemen üzerlerine çullanıp oracıkta pek çoğunu avlıyorlar. Ancak, çalılık bulup saklananlar kurtulabiliyor. Tabii bu arada kuşları görenler de fazla yorulmadan elleriyle toplayabiliyorlar. Bu durum, kuşların kaderi ve doğal dengeyi sağlayan bir unsur. Eli tüfekliler katlediyorFakat, hangi aklıbaşında, spor amaçlı kuş avına çıkan avcı, bu yorgunluktan bitap düşmüş ve uçacak hali kalmamış kuşlara tüfeğini doğrultup ateş eder? Zaten bilinçli avcılar böyle yapmıyor. Kuşlara soluk alacak, dinlenecek, yeniden uçabilecek zamanı tanıyor. Ancak, bilinçli avcılardan daha çok eli tüfekliler diye tanımlanan avcılar var. Onlara avcı yerine katil demek daha doğru olur herhalde... Çünkü, ‘‘eli tüfekliler’’ denilen canilerin, teyp, ışık ve her türlü avcılık prensiplerini bir kenara atıp hareket eden bütün nesnelere ateş eden, kuluçkaya yatıp yatmadığına, yavru olup olmadığına aldırış etmeyip öldürdükleri biliniyor. Hatta kuşlara öylesine akıl almaz tuzaklar kuruyorlar ki, avcılık kurallarını tamamen hiçe sayıyorlar. Mesela, gece teyleriyle bir tarlaya gidip teybin hoparlörünü balonla yukarı gönderiyor ve civarda ne kadar kuş varsa hepsinin oraya toplanmasını sağlıyorlar. Tabii ondan sonra da kolayca avlıyorlar. Buna avlanmak değil, katliam denir. Bu katliamların diğer bir şekli de güçlü ışıklar sayesinde yapılıyor. Projektörlerin ışığına gelen kuşları öyle bir avlıyorlar ki, bir gecede yüzlercesini öldürebiliyorlar. Ve bunları yapanlar, ne ihtiyaç için, ne de karnını doyurmak için yapmıyor. Sırf zevk için, öldürme zevkini tatmin etmek için (Ne çeşit bir zevkse), soyunu tükettiğini düşünmeden yapıyor. Zaten ilaçlar, sanayii, orman yangınları, sulak alanların kurutulması ve çevre kirliliği yüzünden bir çok tür kaybolup gitmiş, sayıları azalmış olan kuşların topyekün ortadan kalkacağını hiç düşünmeden, tam techizat silah ve tuzaklarını kuşanmış olarak avlanıyorlar. Ve şimdi bunlar, Orman Bakanlığı'nın izniyle rahat rahat avlanacaklar. Eskiden de tıpkı böyle avlanıyorlardı fakat, hiç olmazsa avlanmaları haftanın üç günüyle sınırlıydı ve bagaj limiti sadece bir günlüktü. Yani bir avcı iki gün üst üste avlansa bile geri dönerken bagajında sadece bir gün için izin verilen miktarda kuş bulundurabiliyordu. Son alınan bu kararla hem avlanma süresi haftanın yedi gününe çıktı, hem de bagaj limiti yedi gün oldu. Bu demektir ki, sınırsız avlanabilecekler ve kimse bunun hesabını soramayacak. Böylece sayıları zaten çok azalmış olan kuşlar top yekün ortadan kalkacaklar. Bu işten çıkarı olan zevk düşkünleri ile silah satıcılarının dışında herhalde bu kararı alanların da çıkarı olsa gerek ki, hiç de usule uygun olmadığı halde kuşların katliam fermanını imzaladılar. Fakat, bu işten Türkiye'nin hiç bir çıkarı olmadığı gibi millet olarak büyük zarar göreceğimiz gün gibi ortada. Bu nedenle Orman Bakanlığı'nın bu uygulamasına Çevre Bakanlığı'nın müdahale etmesi, Sayın Başbakan'ın karşı çıkması geriyor. Hatta Cumhurbaşkanı'nın bizzat bu işe el koyması şart. Çünkü, Rio Sözleşmesi'ni imzalamaya Sayın Cumhurbaşkanı'nın bizzat kendisi gitmişti. Daha da ötesi doğal bir kuş cenneti olan Türkiye'nin yaban hayatını korumak hepimizin görevi. Yasal olmayan bu karara hep birlikte karşı çıkmalıyız, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

8 Ağustos 1998
Sevginizi açıkça gösterinSevmek ve sevdiğini bilmek... Ne ince, ne latif bir duygu. Korumak, düşünmek, onun için bir şeyler yapmak. Ve bütün bunları sadece ve sadece kişinin kendisinin bilmesi. Bundan derin bir haz alması. Yani onun için yaptıklarından duyduğu tuhaf mutluluk. İnsana özel bir duygu olan sevgi, zaman zaman insanın canını acıtabiliyor. Ve canı yanan insan da kabuğuna çekilip kalın zırhların ardından etrafını seyrediyor. Sevdiği için, sevdikleri için yaptıklarını ise, belli etmeden yapıyor. Bu tavır takdire şayan bir durum olabilir, elbette. Lakin, kendinizi paraladığınızdan, onun için yaptıklarınızdan, o ne kadar haberdar? Üstelik böyle davranarak, kendi canınızı daha fazla acıtmış olmuyor musunuz? Yani sevginizi göstermeden, sevdiğinizi belli etmeden onun anlamasını beklerken daha bir üzülmüyor musunuz?Bir de sevgisini belli etmemek için istediği halde hiçbir şey yapmayanlar var. Ve bunlar çok daha tuhaf bir kitleyi oluşturuyorlar. Düşünün bir. İçten içe seviyorsunuz. Hem de deliler gibi. Fakat, zerre kadar belli etmiyorsunuz. Hatta onun için yapmanız gerekenleri bile yapmıyorsunuz. ‘‘Aman yanlış anlamasın’’ diye öyle tuhaf bir davranış sergiliyorsunuz ki, uzaktan bakan, sizi düşman sanır. Bir gün bir tanıdığım üniversite yıllarında başından geçen olayı şöyle anlatmıştı;‘‘Başka bölümde okuyan bir çocuk vardı. Ona düpedüz aşık olmuştum. Ya da o sıralar hissettiğim sevginin aşk olduğunu sanıyor ve onu görebilmek için komik şeyler yapıyordum. Sonra arkadaş grubumuzda olan birinin dostu olduğu ortaya çıktı ve o da gruba katıldı. Birlikte sinemaya gidiyor ve gezi programları yapıyorduk. Sonra bir gün yanıma geldi ve ‘‘sana ne yaptım? Neden bu kadar kötü davranıyorsun’’ dedi. Çok şaşırmıştım. Halbuki ben onu seviyordum. O ise, benim ondan hiç hoşlanmadığımı zannediyordu.’’ Bu tanıdığıma benzer başka örneklerle de karşılaştım. Sevgisini belli etmemek için düşmanca tavır içine girmenin ne çeşit bir açıklaması olabilir? Bu durumu pek anlamış değilsem de, herhalde çocukluk dönemlerinden kalma bir tutum, bilinçaltı bir davranış olsa gerek diye düşünüyorum. Fakat, bu halden sıyrılmak ve çok daha sağlıklı davranmak mümkün, bence. Çünkü, düşünen bir varlığız ve sözlerimizin, davranışlarımızın sonuçlarını tahmin edebiliriz. En azından kendimizi gözlemeyi başarabiliriz. Tabii birazcık dikkatimizi kendimize yöneltebilirsek.Evet, sevginin gösterilmemesi, büyükannelerin terbiyelerinden kalmış bir kırıntı olsa gerek. Çünkü, onlar çocuğunu uykusunda seven, çocuk sahibi olmuş kızına da bu telkinleri yapan bir terbiye ile yetiştirdiler. Fakat, en azından kendi çocukluğunuzu düşünüp annenizin size sarılmasına ne çok ihtiyaç duyduğunuz dönemleri hatırlayın ve sevginizi açıkça göstermeye çalışın. Hem sadece çocuğunuza, kardeşinize değil, çevrenizdeki sevgi duyduğunuz her şeye karşı sevginizi belli edin ve bunun için ne gerekiyorsa yapın. Sevgiyle beslediğiniz tüm ilişkiler çok daha sağlıklı ve istenildiği gibi olacaktır, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

7 Ağustos 1998
Sevginizi açıkça gösterinSevmek ve sevdiğini bilmek... Ne ince, ne latif bir duygu. Korumak, düşünmek, onun için bir şeyler yapmak. Ve bütün bunları sadece ve sadece kişinin kendisinin bilmesi. Bundan derin bir haz alması. Yani onun için yaptıklarından duyduğu tuhaf mutluluk. İnsana özel bir duygu olan sevgi, zaman zaman insanın canını acıtabiliyor. Ve canı yanan insan da kabuğuna çekilip kalın zırhların ardından etrafını seyrediyor. Sevdiği için, sevdikleri için yaptıklarını ise, belli etmeden yapıyor. Bu tavır takdire şayan bir durum olabilir, elbette. Lakin, kendinizi paraladığınızdan, onun için yaptıklarınızdan, o ne kadar haberdar? Üstelik böyle davranarak, kendi canınızı daha fazla acıtmış olmuyor musunuz? Yani sevginizi göstermeden, sevdiğinizi belli etmeden onun anlamasını beklerken daha bir üzülmüyor musunuz?Bir de sevgisini belli etmemek için istediği halde hiçbir şey yapmayanlar var. Ve bunlar çok daha tuhaf bir kitleyi oluşturuyorlar. Düşünün bir. İçten içe seviyorsunuz. Hem de deliler gibi. Fakat, zerre kadar belli etmiyorsunuz. Hatta onun için yapmanız gerekenleri bile yapmıyorsunuz. ‘‘Aman yanlış anlamasın’’ diye öyle tuhaf bir davranış sergiliyorsunuz ki, uzaktan bakan, sizi düşman sanır. Bir gün bir tanıdığım üniversite yıllarında başından geçen olayı şöyle anlatmıştı;‘‘Başka bölümde okuyan bir çocuk vardı. Ona düpedüz aşık olmuştum. Ya da o sıralar hissettiğim sevginin aşk olduğunu sanıyor ve onu görebilmek için komik şeyler yapıyordum. Sonra arkadaş grubumuzda olan birinin dostu olduğu ortaya çıktı ve o da gruba katıldı. Birlikte sinemaya gidiyor ve gezi programları yapıyorduk. Sonra bir gün yanıma geldi ve ‘‘sana ne yaptım? Neden bu kadar kötü davranıyorsun’’ dedi. Çok şaşırmıştım. Halbuki ben onu seviyordum. O ise, benim ondan hiç hoşlanmadığımı zannediyordu.’’ Bu tanıdığıma benzer başka örneklerle de karşılaştım. Sevgisini belli etmemek için düşmanca tavır içine girmenin ne çeşit bir açıklaması olabilir? Bu durumu pek anlamış değilsem de, herhalde çocukluk dönemlerinden kalma bir tutum, bilinçaltı bir davranış olsa gerek diye düşünüyorum. Fakat, bu halden sıyrılmak ve çok daha sağlıklı davranmak mümkün, bence. Çünkü, düşünen bir varlığız ve sözlerimizin, davranışlarımızın sonuçlarını tahmin edebiliriz. En azından kendimizi gözlemeyi başarabiliriz. Tabii birazcık dikkatimizi kendimize yöneltebilirsek.Evet, sevginin gösterilmemesi, büyükannelerin terbiyelerinden kalmış bir kırıntı olsa gerek. Çünkü, onlar çocuğunu uykusunda seven, çocuk sahibi olmuş kızına da bu telkinleri yapan bir terbiye ile yetiştirdiler. Fakat, en azından kendi çocukluğunuzu düşünüp annenizin size sarılmasına ne çok ihtiyaç duyduğunuz dönemleri hatırlayın ve sevginizi açıkça göstermeye çalışın. Hem sadece çocuğunuza, kardeşinize değil, çevrenizdeki sevgi duyduğunuz her şeye karşı sevginizi belli edin ve bunun için ne gerekiyorsa yapın. Sevgiyle beslediğiniz tüm ilişkiler çok daha sağlıklı ve istenildiği gibi olacaktır, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku