Yasemin Boran

Yasemin'ce

29 Ağustos 1998
İlişkilerden oluşan hayatİlişki deyince hemen akla gelen ilk şey bir kadınla bir erkeğin ilişkisi. Sonra birbirini tanıyan insanların birbirleriyle aralarındaki ilişki. Peki, bunların dışında ilişkiler yok mu? Aslında birbirinizi tanısanız da tanımasanız da, karşılaştığınız her durum ve şartta ilişkiler kendiliğinden oluşuyor. Tabii bu ilişkilerin derecesi var. Sıcak ilişkiler, soğuk ilişkiler, ılık ilişkiler, sert ilişkiler, ilişki olmayan ilişkiler. Şimdi yolda yürüyorsunuz ve tam bir adım atacakken bir de bakıyorsunuz ki, uzun bir insan kuyruğu oluşmuş ve yolunuzu kesmiş. Ne yapacaksınız? İnsanlardan oluşan bu upuzun zincire bakıyorsunuz ve ardından dolaşmanın mümkün olmadığını düşünüyorsunuz. Peki bu zinciri yarıp nasıl geçeceksiniz? Çok basit, önünüzde duran insanlardan oluşmuş zincirin parçalarıyla ilişkiye girerek pek tabii. İleriye doğru bir hamle yapıp ‘‘İzin verir misiniz’’ ya da ‘‘Müsaade eder misiniz?’’ deyip hamlenizi tamamlayacaksınız.Şimdi, ‘‘İzin verir misiniz?’’ derken yüzünüzdeki mimikten sesinizin tonuna kadar herşey size izin verilip verilmeyeceğini belirleyecek. Emreder gibi, ‘‘Ne duruyorsun orada, babanın yeri mi?’’ der gibi, ‘‘İşimiz, gücümüz, acelemiz var, çekil kardeşim’’ ya da ‘‘Kör müsün, geçeceğiz işte. Ne bakıp duruyorsun, yol verde de gidelim’’ Evet, ilişkiye daha bir çok çeşitlemeler yapmak mümkün. Üstelik bütün bunları sadece iki kelimeyle ifade edebiliyorsunuz. Şaşırtıcı fakat tamamen gerçek. Yalnızca iki kelime söylüyorsunuz. ‘‘İzin verir misiniz?’’ Ve karşınızdaki kişi sanki anasına küfredilmiş gibi tepki gösteriyor. Olacak şey değil, fakat oluyor. Adamın zaten canı burnunda. Beklemekten iflahı kesilmiş. Bacakları artık bedenini taşıyamaz hale gelmiş. Yapması gereken tonla işi beklemek uğruna ertelemiş. Üstelik daha ne kadar bekleyeceğini bilmiyor ve bütün bunlar yetmezmiş gibi bu da gelmiş izin istiyor. Adam gibi istese canı yanmayacak. Sanki kabahat işliyormuşun gibi suratına ters ters bakıyor. Adamın içinden gözlerini oymak geliyor. Tabii yol mol vermiyorsun. İşte o anda kızılca kıyamet kopuyor. Meydana salınmış dövüş horozları misali kabarıp saldırıya geçiyorsun. İçinde yıllardır biriktirdiğin bütün öfkeyi kusuyorsun. Ve neden böyle yaptığını bilmiyorsun. Fırsat bu fırsat deyip sağdan soldan katılanlarla birlikte ilişki daha da kızışıyor. Kimin kime ne söylediği ve tartışmanın nedeni tamamen yitiriliyor. Bu sırada halkaları kopmuş zincir ilerlemeye başlıyor. Bu sırada kendine geliyorsun. Yaptığın kavgaya bir anlam veremiyorsun. Fakat, içinde bir hoşluk, tuhaf bir boşluk duygusuyla sanki üzerinden yılların yükü kalkmış gibi hissediyorsun. Tabii bunun üzerine kavgaya devam edecek mecalin kalmıyor. Dönüp son olarak aklına gelenleri sıralıyor ve işi tanrıya havale ettiğini bildiriyorsun. Ve bekleme zincirindeki yerini alıyorsun.Bu sırada geçmek için izin isteyen kişi büyük bir şaşkınlık içinde ‘‘Acaba ben ne dedim, ne yaptım da böyle oldu’’ diye düşünmeye başlıyor ve düşüncelerin tümü burada kitleniyor. İmkanı yok çözemeyecek. İlişkinin nerede başlayıp nerede koptuğunu bilemeyecek. Bildiği anda zaten işin sırrına erecek ve bir daha böylesi nahoş durumlarla karşılaşmayacak. Daha doğrusu, böyle durumları bilmeden yaratmayacak. Gerçekten yaratmayacak mı? Aslında onun sebep olduğu bir durum yok. Bütün neden, ‘‘ilişki’’ dediğimiz ve ne olduğunu bilemediğimiz unsurun kendisinden kaynaklanıyor.Mesela kadın ve erkek karşılaştıkları anda bir çekime kapılıp giderler. Giderler, çünkü düşünmezler. O anda çekimin cazibesi düşünceyi aşmış ve onları sarıp sarmalamıştır. Fakat tam o sırada ilişki başlığı altında toplanan düşünceler birbiri peşi sıra arzı endam etmeye başlar. Başlamakla kalmaz, düşüncelerin altında yatan birikimler teker teker ortaya çıkar. Veee ‘‘ilişki’’ başlar. Daha doğrusu başlayamaz. Ne olduğu anlaşılamaz. Yaşanılan hoşluğun peşi sıra ortaya çıkan kocaman boşluk kişileri öyle bir yutar ki, bırakın ilişkiyi kişinin kendiside yok olup gider. Sonra... Sonra kendinizi başka bir ilişkinin kollarında bulursunuz. Zaten kendinizle başbaşa olduğunuz anların dışında daima ilişkilerin arasında dolaşıyorsunuz. Bakkal, kasap, banka, manav, arkadaş, akraba, tanıdık, tanımadık sokakta, evde herkesle ve her yerde uzak-yakın, sıcak-soğuk ilişkilerin birinden diğerine geçiyorsunuz. Biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz fakat, ilişkilerden mürekkep bir hayat yaşıyorsunuz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

23 Ağustos 1998
Tansiyon ve aşkTansiyonun aşkla ne bağlantısı olduğunu düşündüğünüzden eminim. Hatta ‘‘ne alakası var’’ dediğinizi duyar gibiyim. Tabii böyle düşünmeyebilir ve çok alakası olduğunu hemen çözmüş de olabilirsiniz. Ve bunu çözenlerin tansiyonla sıkı bir tanışıklıkları olduğunu da düşünebilirim. Öyle ya, tansiyonu bilmeden aşkla bağlantı kurmanın imkanı yok. Ama zaten imkansızlıkların bir arada bulunduğu bir halden yani aşk halinden bahsediyoruz. Ve aşk, ‘‘imkanı yok’’ denilen tüm durumları mümkün kılan bir durum. Şimdi önce ‘‘tansiyon’’ cephesine bir göz atalım. Kısaca kan basıncının değişmesi şeklinde tarif edilen tansiyon, nasıl olup da çıkıyor veya düşüyor, bunu hiç düşündünüz mü? Tabii konumuz burada tansiyon hastaları değil. Durup dururken aniden tansiyonun yükselmesi ya da düşmesi... Yanlış bir laf etmemek için hemen ‘‘Sema’’ya telefon açtım. Sema da kim diyeceksiniz? Aslında ben doktorlukla hiç ilgisi olmadığı halde değme doktora şapka çıkartacak kadar hastalık, belirtiler ve tedavileri hakkında saygı duyulacak kadar birikimi olan ‘‘Canan’’ı aramıştım. Ve ona ‘‘şu tansiyon neyin nesidir? Neler oluyor da yükselip alçalıyor’’ diye sormuştum. O da beni ‘‘bunu en iyi Sema bilir’’ deyip başından savmıştı. Ne yalan söyliyeyim haklıydı da... Sema dururken onu aramak aslında saçmalıktı. Fakat, alışkanlık işte. Başım ağrısa, doktorum yerine yıllardır Canan'ı aramak gibi bir itiyat edindiğimden ve de her seferinde pek yerinde teşhislerde bulunduğundan aslında pek yerinde bir davranıştı. Neyse, tansiyon aşk derken nelerden bahsediyorum, ben?..Sema bana tansiyonun ani iniş ve çıkışları hakkında tam bilimsel bir söylev çekmek üzereyken onu susturup ‘‘daha basit, en basit biçimiyle anlat’’ dedim. O da kestirmeden ‘‘adele’’ dedi. Hoppalaa. Kestirmeden anlat dediysek, bu kadar da demedik ya... ‘‘Kalp adelesi mi’’ diye sıkıştırdım ‘‘evet’’ dedi. Konuyu amma da uzattım, kısaca tansiyon denilen şey, beyin adrenalin salgılayıp kalp adelelerini harekete geçiriyor, tabii bunun sonucunda kan basıncı artıyor ya da azalıyor ve bunun sonucunda sizin tansiyonunuz yükselip alçalıyor. İyi de beyin öyle durup dururken adrenalin salgılamaya başlamıyor pek tabii ki... Sizin o sırada duygularınız öyle bir kabarıyor ki, beyniniz bu duruma müdahale etmek için harekete geçiyor. Tabii duyguları neyin harekete geçirdiğini söylememe gerek yok. Fakat, gözle görülmez, elle tutulmaz, ispatlanamaz bir gerçek var ki, ‘‘duygu’’ denilen bu gerçek ne kadar somut bir gerçek olduğunu kanıtlamak üzere beynimizi, sonra da bedenimizi ele geçiriyor ve neye uğradığımızı bilemeyecek hale geliyoruz. Veee sonra da adına ‘‘tansiyon’’ deyip geçiyoruz. Çünkü, tansiyon çok bildik, gerçek ve anlaşılır bir şey. Halbuki duygular öyle mi?.. Duygu denilen şeyi ne tarif edebilirsin, ne anlatabilirsin, ne de gösterebilirsin. İspatlamanın imkanı yok. Geçen gün birbirine aşık bir çiftle öğle yemeği yerken konu ‘‘yaş’’tan açıldı. Ve adam şöyle dedi; ‘‘Kendimi yirmili yaşlarının ilk yarısını sürüyormuşum gibi hissediyorum’’ sonra sevgilisine döndü ve ‘‘sen de en fazla 18’’ gösteriyorsun.Kadın itiraz etti. ‘‘Yok, ben kendimi 25-26 gibi hissediyorum’’ eh, o sırada da en fazla o kadar gösteriyordu. Sonra adam, ‘‘Ben bazen kendimi 25, bazen henüz 18'ine yeni basmış bir delikanlı gibi hissediyorum. bazen de 60'ını aşmış bir adam duygusuna kapılıyorum.’’ Ve kadına dönüp sen de bazen 21 oluyorsun. O anlar, senin çok mutlu olduğun sıralar. Fakat, mutsuz olduğun zamanlar yaşlı bir kadının ifadesine bürünüyorsun.'' Çok ciddi bir ifadeyle bunları söylerken durdu, bir süre düşündükten sonra ‘‘yahu tansiyon gibi bir şey bu bir inip bir çıkıyor’’ gülüşmeye başladık. Gülerken birden bire bu tanımın ne kadar isabetli olduğunu düşündüm. Gerçekten insanın görünüşü tamamen duygularıyla bağlantılı. Tansiyonun inip çıkmasının sebebi de duygular olduğuna göre...‘‘Peki bütün bunlarla aşkın ne bağlantısı var’’ diyeceksiniz? Hala anlayamadınız mı? Aşk, duyguların en şiddetlisi, değil mi? Bunun üzerine açıklama bile yapılamaz. Ya da şöyle diyelim; ‘‘Açıklamalar, aşkın tansiyonunu düşürür’’ dayanbildiğiniz derecede tansiyonunuzu yükseltmeli, tansiyon ve aşk bağlantısında yaşamalısınız, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku