Yasemin Boran

Yasemin'ce

12 Eylül 1998
Sezgilerimizi geliştiriyoruz‘Sezgileri geliştirmek’’ yine hafta sonuna kaldı. Aslında haftanın ilk gününden itibaren bir açıklamalar dizisi yazmayı planlıyordum. Ancak, bu hafta astrolojik hareketlerin fazlalığı ve tam bunların arasına giren Çamlıhemşin'deki Fırtına Deresi’ni tahrip edeceği gün gibi ortada olan hidroelektrik santralı, haftayı bitirdi ve çok önemli olan ‘‘sezgilerimiz’’ bugüne kaldı.Ama olsun. Önemli olan unutmamış olmak. Önemli olan, konuyu işlemeye kesin bir biçimde niyet etmiş olmak. Biliyorsunuz, her işin başı ‘‘niyet’’, ‘‘istek’’ ve ‘‘irade’’ İstek ve irademizi harekete geçirecek tek şey ise, niyet. Niyetiniz yoksa, ne istek, ne de irade bir işe yaramaz. Fakat, niyet olduğu halde istek ve irade olmadan gene bir şey olmaz. Şimdi konumuz istek ve irade olmadığı için bu önemli konuları başka bir güne bırakıp işin başına yani niyete dönelim. Niyetimiz ise, sezgilerimizi geliştirmek için uygulayacağımız yöntemler. Bu konuda yazılmış, uygulanmış çeşitli metodlar var. Ben şimdi burada kendi geliştirdiğim yöntem hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Daha önce sezgiler konusuna bir giriş yapmış olduğumu hatırlayacaksınız. Tam bir hafta önce ‘‘Sezgilerinizin farkında mısınız’’ şeklinde bir başlıkla dikkatinizi kendinize yöneltip sezgilerinizin farkına varmaya çalışın demiştim. Şayet bu yöntemi uygulamaya başladıysanız, bugüne kadar farkına varabileceğiniz bir kıpırdanış meydana gelmiş olmalı. Şayet hiçbir uygulama yapmadıysanız tavsiye ederim, hemen çalışmaya başlayın. Zaten bu yöntemi uygulamak için özel zaman ayırmanız gerekmiyor. Günün tüm zamanı sizin. Ve dikkatinizi biraz uyanık tutmak ve farkına varmak için göstereceğiniz gayret yeterli. Hayatın kendisi bir çalışma alanı. Bazıları iyi değerlendiriyor, bazıları külfet olarak görüyor, bazıları da kapılmış gidiyor. Siz değerlendirenlerden olun. Şimdi farkına vardığınız sezgilerinizi daha da geliştirmek için yapacağınız küçük çalışmaya özel zaman ayırabilirsiniz. Bunun için gün içinde yirmi dakikalık süre yeterli olacaktır. Rahat olmak önemli, çünkü kısa bir süre için de olsa, düşüncelerinizi çok fazla meşgul edecek konulardan uzaklaşmanız gerekiyor. Evet, hazırsınız. Rahat, sakin ve rahatsız edilmeyeceğiniz bir köşeye çekilin. Telefon ve her türlü uyarıdan uzak kalın. En rahat edeceğiniz biçimde oturun. Önünüze sevdiğiniz bir çiçek, hayvan veya manzara resmi koyun. Bütün dikkatinizi ve düşüncelerinizi bu resme yöneltin. Yani düşüncelerinizi boşaltın. Düşünceyi boşaltmak zor olduğu için, düşüncelerinizi resmin ayrıntılarında dolaştırabilirsiniz. Sonra görebildiğiniz tüm ayrıntıları bir kağıda tek tek yazın. Bu sırada duygularınızı da serbest bırakın. Zaten önünüze dikkatinizi yoğunlaştırmak için sevdiğiniz, hoşlandığınız bir obje koymanızı bu nedenle öneriyorum. Bu çalışmayı her gün aynı resimle tekrarlayın. Tüm ayrıntıları ilk bakışta görüp yazdığınızı, yani bitirdiğinizi düşüneceksiniz. Fakat, sonraki günler tekrarlamaya devam edin. Göreceksiniz, ilk bakışta göremediğiniz ne çok ayrıntı çıkacak. Şayet çıkmıyorsa, sabırla sürdürmelisiniz. Pazartesi gününe kadar bu çalışmayı tekrarlayın. Pazartesi, yeni bilgilerle karşılaşacaksınız.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

6 Eylül 1998
Red Giselle'in hatırlattıklarıRed Giselle'i duymuşsunuzdur. Hani şu Pamukbank'ın organize ettiği, bol bol reklamının yapıldığı, bir balerinin öyküsünü anlatan bale gösterisi. Reklamlar ve okuduğum eleştirilerin (aslında bunlara eleştiri yerine methiye desek daha doğru olacak) içimde uyandırdığı merakın büyümesiyle izlemeye koşar adım gittim. Çünkü, gecenin o vakti Harbiye'de arabayı park etmek mümkün olmadığından AKM'nin yanındaki otoparka arabayı bırakıp Harbiye'ye yürümek ancak, koşar adım gerçekleştirilirdi. Aslında bunu şikayet olsun diye söylemiyorum. Kendi adıma pek de iyi olduğunu, böylece sportif bir yürüme fırsatı yakaladığımı ve diğer etkilerinin yanısıra Red Giselle'in bana böylesi bir iyilikte bulunduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Bundan sonra fırsat buldukça koşar adım yürüme kararı aldım. Yürüyüşler üzerine anlatacaklarımı başka bir güne bırakıp Red Giselle'in bana neler hatırlattığına hemen başlıyorum. Bale üzerine uzun söylevler çekebilecek bilgiye sahip değilim. Bunun için araştırmam gerekiyor. Fakat, hiç bir inceleme yapmaya da şahsen pek gerek duymuyorum. Yani, balenin doğuşu, kökeni, nereden gelip nereye gittiği türünden şeyler... Bunları uzmanlarına bırakmayı ve izlerken bende uyandırdığı ve hatırlattıklarıyla ilgilenmeyi tercih ediyorum. Doğrusu böyle yapmaktan çok büyük bir keyif alıyorum. Zaten maksatta keyif almak değil mi? TATSIZ BİR HAYATYaşadığının farkına varmak için ya keyif alacaksın, ya da acı çekeceksin. Tabii bu esnada kendini de tamamen kaptırmayacaksın. Yoksa, hiçbir şey hatırlayamaz ve de anlayamazsın. Sadece yaşadıklarının acı veya tatlı tadı damağında bir süre dolaşırsın. Elbette ki, bu da bir şey. Çünkü, tadını bile alamadan yaşayanlar var. ‘‘Tat’’sız bir hayat olabilir mi? Oluyor işte. Ve pek çok kişi de tad almadan yaşıyor. Sözü döndürüp dolaştırıyor, konuya bir türlü giremediğimden şikayet ediyor, olabilirsiniz. Fakat, aslında tam da konunun özüne girmiş bulunuyorum. Yani Red Giselle adlı baleyi sahneye koyan St. Petersburg Bale Tiyatrosu'nun kompozitör, orkestra, oyuncuları, dekor, ışık ve tüm çalışanlarına kadar bütün ekibin ‘‘yaşadıkları’’nı gördüm. Hem öyle bir yaşıyorlardı ki, müzikle bütünleşen bedenlerinden yayılan hayat enerjisi bana kadar ulaşıyordu. ‘‘Mükemmel’’ kelimesi sanki onları tanımlamak için yaratılmış, duygusunu uyandırıyordu. Tek bir kelime etmeden beden diliyle anlatım işte bu, diyesi geliyor insanın. Ve öyküyü okumamış olsaydım bile anlardım. Hem de bu benim üstün anlayışımdan olmayıp onların üstün anlatım yeteneklerinden kaynaklanan bir durum olduğunu da belirtmeliyim. Tabii bunun nedeni, sadece anlatımın gücü değil. Estetikle birleşen, dekorla bütünleşen ve ritm duygunuzu harekete geçiren bir bütünlük içinde gerçekleşen bir gösteri izlediğiniz zaman beyninizin tüm merkezleri harekete geçiyor. Neredeyse aşkın kokusunu, ızdırabın acısını, çıldırmanın anlamını yaşamaya başlıyorsunuz. Ve, bütünlüğün ahengiyle beş duyunuzun üstüne çıkıp zaman ve mekanı kaybediyorsunuz. Fakat, bu hal tamamen kendinden geçme hali değil. Kendinden geçmeyi ‘‘bildiğiniz’’ bir hal. Sözcüklerin ortadan kalktığı, kavramların berraklaştığı bir ‘‘bilme’’ hali. ‘‘Bilmek’’ bütün anlamsızlığı anlamlı kılan bir kelime. Ve bunun için hayatınızı adamanız, kütüphaneler dolusu kitapları kafanızı kaldırmadan okumanız, diyar diyar dolaşıp bilenleri aramanız gerekmiyor. Bilmek için sadece ve sadece ‘‘yaşamak’’ yeterli. Yaşamaya karar verdiğiniz andan itibaren yaşamaya başlıyorsunuz. Ve yaşamaya başladığınız andan itibaren de bilmeye başlıyorsunuz. İşte, ‘‘bilmek’’ için böylesine sade, yalın ve uygulanması kolay bir metodu hayatınıza geçirebilmeniz yeterli. Tabii bunun için öncelikle kafanızı kirleten düşüncelerden sıyrılmanız şart. ‘‘Bunu söylemesi kolay, yap da görelim’’ dediğinizi duyar gibiyim. Ve cevabım çok açık ‘‘ben yapıyorum’’ fakat, kolay olmadığını biliyorum. Yani düşüncelerin yarattığı kirliliği temizleyebilmek pek kolay bir iş değil. Hem de alışkanlıklarınızdan, alıştığınız tarz düşünmekten vazgeçmek hiç kolay değil. Üstelik belli bir yaştan sonra baleye başlayacak haliniz de yok. Fakat, yapabilecekleriniz sadece baleyle sınırlı değil. Resim yapabilirsiniz, dans edebilirsiniz, hiçbir şey yapamıyorsanız, şimdi benim yaptığım gibi bir bale gösterisine gidebilirsiniz. Ve böylece yaşamaya başlayabilirsiniz. Evet, Red Giselle'e iyi ki, gittim. Bana bütün bunları hatırlattı. Ben de sizlere hatırlatıyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

5 Eylül 1998
Sezgilerimizin farkında mıyız?Sezgiler hakkında daha önce yazmış olduğum bir yazı üzerine almış olduğum faksların çokluğu karşısında bu konuyu yeniden incelemek gerektiğini düşündüm. İlginin büyüklüğü ‘‘sezgi’’ konusunu daha ayrıntılı ve kapsamlı biçimde yazmaya beni teşvik ediyor. Öncelikle sezgilerinizin farkında olmaya çalışarak işe başlamalısınız. Çünkü, sezgilerinizin derecesini bilmek, sahip olduğunuz sezgi yeteneğini geliştirmenize yardımcı olacak çok önemli bir ön bilgidir. Bunu da ancak, kendiniz tesbit edebilirsiniz. Şimdi, kapılıp gittiğimiz dünyanın hengamesi içinde biraz daha uyanık olmaya sizi davet ediyorum. Uyanıklık hali, kendinizi kaptırdığınız dünyanın içinde size küçük de olsa bir pencerenin açılmasına yardımcı olur ve sezgileriniz bu pencereden dışarı süzülerek daha başka gerçekleri bildirir. Bu bilgiler kimi zaman bildiğiniz halde göz ardı ettiğiniz bilgiler olabileceği gibi son derece önemli ve daha önce şuurlu olarak hiç aklınıza gelmeyen türden de olabilirler. Bilginin niteliği ya da önemlilik derecesinden çok, bilginin farkına varmak önemlidir. Hem de üzerinde çok düşündüğünüz veya hiç düşünmediğiniz halde... Bir bilginin şuurunuzda uyanması önemlidir. Bu durumdan daha da önemli olan ise, bilginin şuurunuzda uyandığı anda sizin bunun farkına varıp yakalayabilmeniz ve üzerinde düşünebilecek durumda olmanız... İşte asıl önemli olan budur ve bunu yakaladığınız anda sezgilerinizin farkına varmaya başlıyorsunuz. Çoğu zaman pratik hayatımızın içinde sezgisel olarak çeşitli bilgiler bize dokunup geçerler. Biz ise, bu sırada dikkatimizi yönelttiğimiz konu ile öylesine meşgulüzdür ki, kimi zaman farkına vardığımız halde ilgilenmeyiz, kimi zaman ise, farkına bile varmadan uğraştığımız işle ilgilenmeye devam ederiz. Ve bu ilgisizliğimiz sezgilerimizin akışını durdurur. Tıpkı dağın tepesinden yuvarlanmaya başlayan küçük taşın önüne çıkan minik engellere takılıp kalması gibi sezgilerimiz de dikkatimizi yönelttiğimiz küçük işlere takılı kalır. Halbuki, sezgilerimizin bu küçük kıpırdanışlarını durup değerlendirmeyi başarabilsek, dikkatimizi bir an için o anda sezdiğimiz bilgiye odaklayabilsek sezgilerimiz yuvarlandıkça hız kazanan küçük taş misali büyüyerek gelişebilecek. İlgilendiğimiz işten kafamızı bir an için kaldırıp sezgilerimize yöneltitğimiz zaman işi kaçırmış olmayacağız. Tersine ilgilendiğimiz konuya çok daha hakim olabileceğiz. Hatta hayatımıza bütün olarak hakim olabilmemiz bile mümkün olabilecek. Şimdi,‘‘sezgi gücüne sahipsen elbette ki, bu dediklerin olur. Fakat, sezgi gücü yoksa ne olacak’’ diyebilirsiniz. Haklıymışsınız gibi gözüken bu ifade hiç düşünülmeden sarfedilmiş sözler olmaktan daha ileriye gitmez. Çünkü, bütün insanlar sezgi özelliğine sahiptir. Sadece kişilerin farkındalıkları derece derece farklılıklar gösterir. Yani sezgilerinin farkında olanlarla, olmayanlar. Bu durumda sezgilerin açığa çıkması için dikkatinizi sezgilere yöneltmeye başlamak, farkına varmak adına bir başlangıç niteliği taşır. Bu başlangıcı yaptıktan sonra sezgilerinizi nasıl geliştireceğinizi öğrenmeye başlayabilirsiniz. Pazartesi gününden itibaren anlatacağım ‘‘sezgileri geliştirmek’’ için pratik tavsiyeleri uygulayabilirsiniz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

4 Eylül 1998
Sezgilerimizin farkında mıyız?Sezgiler hakkında daha önce yazmış olduğum bir yazı üzerine almış olduğum faksların çokluğu karşısında bu konuyu yeniden incelemek gerektiğini düşündüm. İlginin büyüklüğü ‘‘sezgi’’ konusunu daha ayrıntılı ve kapsamlı biçimde yazmaya beni teşvik ediyor. Öncelikle sezgilerinizin farkında olmaya çalışarak işe başlamalısınız. Çünkü, sezgilerinizin derecesini bilmek, sahip olduğunuz sezgi yeteneğini geliştirmenize yardımcı olacak çok önemli bir ön bilgidir. Bunu da ancak, kendiniz tesbit edebilirsiniz. Şimdi, kapılıp gittiğimiz dünyanın hengamesi içinde biraz daha uyanık olmaya sizi davet ediyorum. Uyanıklık hali, kendinizi kaptırdığınız dünyanın içinde size küçük de olsa bir pencerenin açılmasına yardımcı olur ve sezgileriniz bu pencereden dışarı süzülerek daha başka gerçekleri bildirir. Bu bilgiler kimi zaman bildiğiniz halde göz ardı ettiğiniz bilgiler olabileceği gibi son derece önemli ve daha önce şuurlu olarak hiç aklınıza gelmeyen türden de olabilirler. Bilginin niteliği ya da önemlilik derecesinden çok, bilginin farkına varmak önemlidir. Hem de üzerinde çok düşündüğünüz veya hiç düşünmediğiniz halde... Bir bilginin şuurunuzda uyanması önemlidir. Bu durumdan daha da önemli olan ise, bilginin şuurunuzda uyandığı anda sizin bunun farkına varıp yakalayabilmeniz ve üzerinde düşünebilecek durumda olmanız... İşte asıl önemli olan budur ve bunu yakaladığınız anda sezgilerinizin farkına varmaya başlıyorsunuz. Çoğu zaman pratik hayatımızın içinde sezgisel olarak çeşitli bilgiler bize dokunup geçerler. Biz ise, bu sırada dikkatimizi yönelttiğimiz konu ile öylesine meşgulüzdür ki, kimi zaman farkına vardığımız halde ilgilenmeyiz, kimi zaman ise, farkına bile varmadan uğraştığımız işle ilgilenmeye devam ederiz. Ve bu ilgisizliğimiz sezgilerimizin akışını durdurur. Tıpkı dağın tepesinden yuvarlanmaya başlayan küçük taşın önüne çıkan minik engellere takılıp kalması gibi sezgilerimiz de dikkatimizi yönelttiğimiz küçük işlere takılı kalır. Halbuki, sezgilerimizin bu küçük kıpırdanışlarını durup değerlendirmeyi başarabilsek, dikkatimizi bir an için o anda sezdiğimiz bilgiye odaklayabilsek sezgilerimiz yuvarlandıkça hız kazanan küçük taş misali büyüyerek gelişebilecek. İlgilendiğimiz işten kafamızı bir an için kaldırıp sezgilerimize yöneltitğimiz zaman işi kaçırmış olmayacağız. Tersine ilgilendiğimiz konuya çok daha hakim olabileceğiz. Hatta hayatımıza bütün olarak hakim olabilmemiz bile mümkün olabilecek. Şimdi,‘‘sezgi gücüne sahipsen elbette ki, bu dediklerin olur. Fakat, sezgi gücü yoksa ne olacak’’ diyebilirsiniz. Haklıymışsınız gibi gözüken bu ifade hiç düşünülmeden sarfedilmiş sözler olmaktan daha ileriye gitmez. Çünkü, bütün insanlar sezgi özelliğine sahiptir. Sadece kişilerin farkındalıkları derece derece farklılıklar gösterir. Yani sezgilerinin farkında olanlarla, olmayanlar. Bu durumda sezgilerin açığa çıkması için dikkatinizi sezgilere yöneltmeye başlamak, farkına varmak adına bir başlangıç niteliği taşır. Bu başlangıcı yaptıktan sonra sezgilerinizi nasıl geliştireceğinizi öğrenmeye başlayabilirsiniz. Pazartesi gününden itibaren anlatacağım ‘‘sezgileri geliştirmek’’ için pratik tavsiyeleri uygulayabilirsiniz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku