CANLILARI yaşatmanın yollarını bulmak/öğrenmek uzun, zorlu bir tahsil gerektirir de...
Öldürmenin yollarını “keşfetmek”, neredeyse güdüsel olarak vardır insanda.
Manzarası kapanıyor, arabasına kuşlar pisliyor diye, çeyrek asırlık ağacın köküne türlü kimyasallar, tuzlar, sıvılar dökerek de yapar ölümcül deneyini. Köpekleri zehirlemek için, zehir, tarım ilacı peşinde koşarak, internette sörf yapıp “basit zehir kokteyli” tarifi arayarak da... * * * Yeni yılın ilk zehircisi, ODTÜ Ormanı’nda çıktı ortaya bu kez. Belli, özenle seçmiş, aç hayvanlara tuzaklayacağı etleri... Belki elinde “iş” eldiveniyle, tek tek bulamış etlere arayıp-bulduğu zehirleri. “Az mı oldu acaba” deyip, gözden geçirmiş belki “eser”ini. Sonra planlı her katil gibi, usulca, görünmeden, belki geceyarısı sızmış canlıları öldüreceği mekana. Bencil, empatiden, etikten, vicdandan, şefkatten, sevgiden, birlikte yaşama “edep”inden, dolayısıyla suçluluk duygusundan uzak psikopat bir seri katil yahut “av”ını ancak punduna getirdiğinde, kandırdığında, çaresiz yakaladığında öldüren yalnız bir sırtlan gibi... * * * “Başardı” yine. Beş köpekle, üç tilkiyi zehirledi. ODTÜ Ormanı’nda dolaşırken, biz de kaç kez görmüştük tilkileri. Belli bir mesafeden merakla izlemiştik, birbirimizi... Büyük şehrin kaosunda, mekanik yaşamında, “başka hayat”ların hülyası, umudu, kanıtıydı onlar. Sade, yaban ama canlı, görece özgür hayatların... Kısa ömürlü misafiriydiler, bu koca şehrin. Üçtü, beşti zaten sayıları. * * * Sonra sızdı “zehirci” onların ormanına. Dağıttı zehirli etleri, köpeklerin dolaştığını düşündüğü alanlara. Köpek mi yermiş, tilki mi, kedi mi, kuş mu, tasması açılıp orada bir an özgürlüğe bırakılan evcil hayvanlar mı... Fark etmez! Çünkü yüreği ağılı “zehirci”nin. Kendisinin dışındaki “hayat”a düşman.