Yine bağlandı dîl bir nev-nihâle (¹)

OLYMPOS’tan Roma’ya, Aprodithe’den Salome’ye “aşk”la girdik yeni yıla... Mevzu aşk olunca, “bağlanmak” denilen hadise de -pusuda- sırasını bekliyordu elbet. Ki, tarihte en eski illüzyonlardan birisidir neticede...

Haberin Devamı

Sihirbaz, iki farklı kurdele, iki ayrı mendilmiş gibi iki insanı şapkasına koyar.
“Hokus pokus”, saniye mi desem, dakika mı...
O iki insan birbirine “bağlanmış” vaziyette, çıkar şapkadan. Hangisi hangisine bağlanmış, bilinmez.
Kuvvetle çekiştirir ayırmak, o bağı çözmek için...
Ama mümkün değil, ne olmuşsa artık şapkanın aslı-astarında... Düğüm olurlar, iyice bağlanırlar.
Sonra bir “abrakadabra”...
Sanki o bağ, o “çözdükçe dolaşan kördüğüm” hiç yokmuş gibi, usulca bir sıyrılmayla, ayrılırlar.
* * *
Finalde, şapkadan çıkan Alice’in tavşanının peşinde kaybolmadan önce, “bağlanma”nın hayattaki, aşktaki hallerine bakalım.
Ama o da bizi, nereye gitmek istediğini bilemeyen Alice’e tavşanın verdiği karşılıkla yüzleştirebilir:
“Nereye gitmek istediğini bilmiyorsan... Hangi yoldan gittiğin de önemli değil.
Ama gittiğin yerde karşılaşacaklarını da kabullenmelisin...”
Bağlanma şapkada değil, aşkta olunca acıma duygusu da girer bazen içine, canının acıması da...
* * *
Bu çok yönlü-şeritli otobanda; illüzyonun, tavşanın, Alice’in peşisıra girdiğimiz patika, çok da sapa değil gibi.
Çoğu örnekte, Harikalar Diyarı’nda başlıyor zaten bağlanmak denilen mesel/masal...
Yine bağlandı dîl bir nev-nihâle (¹)
İki insan arasındaki bağı kimin sıkılaştırıp, kimin gevşettiği bir muamma şüphesiz.
Üstelik o bağın bazen “Gordion düğümü” muamelesi gördüğü, bir hamlede kılıçla çözüldüğü örnekler de var.
Çünkü birisine bağlanmak, aşkın ve insanın halleri kadar farklı, öyle benzersiz.
Psikoloji konuyu belki o nedenle, daha çok bebeğin, çocuğun anneye bağlanmasından hareketle yatırıyor masaya. Ki, mevzu başını alıp gitmesin.
Ama önemli ipuçları buluyoruz, oralarda.
Çünkü aşk da zıp zıp bir çocuk(su)luk hali, en azından başlangıçta. Zayıflık da oradalardan, kaldığı kadarıyla saflık da...
* * *
Sanırım, insan birisine birikiyor önce...
Sonra “ulaşıyor” ona. Ve ona yakın olabilme, onunla olma “ayrıcalığı”nı tadıyor. (Ele güne karşı; dünya bir yana, o bir yana)
O mahut tereddüt, reddedilme korkusu aşıldı işte.
Bağlanıyor, bir güzel. İhtiyacı da o, tek emeli-arzusu da...
Ancak reddedilme korkusunun yerini, bazen en mutlu anında bile bastıran, daha kıvamlı bir kaygı alıyor:
Onu kaybetme korkusu...
* * *
O korkuyu ötelemek, sıkıladığı bağı gevşetmemek, en büyük ihtiyacı, ana gündemi oluyor bir süre.
Onu, onunla olduğu zamanı biriktirmeye başlıyor sonra.
Hayatı, dışarıdaki yaşamın binbir karmaşası (ve başlangıçta “dışarının/dışardakilerin” -görece- anlamsızlığı) dolayımında yaşamaktansa...
Hayatı, bağlandığı insan (yani o an onun hayatı) üzerinden yaşamayı yeğlemek (denemek) normal geliyor çoğumuza.
Elden ne kadar gelirse, öyle... Nereye kadarsa, oraya kadar.
* * *
Sonraları bir “düğme”, elektrik anahtarı arızası oluyor, tek butona bağlı hayatta.
Ama o anahtarı açtığında dünya, hayat da açılıyor önünde bir yandan... Öyle geliyor.
Sabaha kadar açık bırakılıyor ışık.
Ama bazen yanıp sönmeler de başlıyor, hafiften.
* * *
Yine de birikmeye, biriktirmeye devam edebilir insan bünyesi... Bir şehre, bir mahalleye, bir eve, o evdeki yatağa-yorgana, sonra yastığına, nihayetinde o pufla yastıktaki rüyaya -bile- bağlanmaya teşne çünkü.
Peki nedir, en fazla ne olabilir biriktirdikleri?
Arıza orada mı başlar? Yoksa pansuman mı oradadır?
Onu da yarın eşelemeye çalışalım.
Sayfada, köşede de, “itibarı taşırmak” (²) diye bir şey var.

Haberin Devamı


(¹) Yine bağlandı dîl bir nev-nihâle: Zekai Dede Efendi şarkısı
“Gönül yine bağlandı, bir taze fidana, ince, düzgün vücutlu sevgiliye...” girizgahıyla başlar şarkı ve Osmanlıca’dan -elden/sözlükten geldiğince- çevirisiyle, şöyle devam eder derdi-elemi:
“Emsali, örneği olamaz bu hayalin alemde
Çözülmüş, yüzünün iki yanında sarkan saçına kaçamak bir bakış bile akla ziyandır
Ama o amansız, ele-avuca sığmaz, kavuşturmaz, ulaştırmaz kendine
Sabrın da çare olmaz, arz-ı haline...”

Haberin Devamı

(²) İtibarı taşırmak: Bir eve yatılı giden (çağrılan) konuk, saygıyla, sevgiyle karşılanılır, ağırlanır kültürümüzde. Konuğa itibar edilir.
Lakin... Günlerle sınırlı olacağı varsayılan kalış süresi uzar, haftalara, hatta aylara yayılırsa... Ve o, bu gayet doğalmış gibi davranmaya başlar, mayosunun yanına kışlıklarını sıralar, balkona aldığı yılbaşı hindisini bağlarsa...
İşte ona, “İtibarı taşırdı” derler.

Yazarın Tüm Yazıları