Bugün yine yağmur geliyormuş buraya. Neden hiç kıpırtı yok belediye meclisinde? Üyeler neden tedbir almadan oturuyorlar? Çünkü yağmur geliyormuş bugün. Üyeler neden yeni düzenlemeler yapsınlar? Yağmur geldi mi bir kez, zaten düzeni-düzensizliği o sağlar. (Odur kabahatli, o olur herşeyin suçlusu, bize ne...) Ünlü konuşmacılarımız nerde peki, neden her zamanki gibi söylev çekmiyorlar? Çünkü yağmur geliyormuş bugün, yağmur, sağanak pek aldırmaz lafa söze. Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa? (Nasıl da asıldı yüzü herkesin!) Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar, neden herkes dalgın dönüyor evine? Çünkü hava karardı, yağmur yağmadı. Ve haberlere göre, yağmur diye bir şey yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi yağmur, sel olmadan? Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza... ¡ ¡ ¡ Mazur görün beni... Constantino Kavafis’in her okuduğumda, mırıldandığımda yeniden hayran kaldığım o mükemmel “Barbarları Beklerken” şiirinden mülhem, dün yine grileşen havada, gökyüzünden inip kenti basan o koyu bulutların altında “Yağmurları Beklerken”i düşündüm. Haddim olmadan, “barbar”ı “yağmur” yaptım. Çünkü, yıllardır öyle Ankara’da. Kimse her yağmurda göle dönen alt geçitlerde sorun olduğunu kabullenmez. Üstüne bile alınmaz... Selin, adına ne derseniz deyin; mazgalların, ızgaraların, rögarların yetersiz/düzensiz olduğunu, ihtiyacı karşılamadığını filan söylemez. Çünkü yağmur, zaten “bir çözümdür” yerel yöneticiler için. Aniden bastırmıştır, mevsim ortalamalarının bilmek kaç katıdır, doludur-boştur... Sıralanır mazeretler, bahaneler teker teker. ¡ ¡ ¡ Bazen de tersi olur, “yağmuru beklerken...” Yağmaz, dört yıl önce olduğu gibi. Susuzlukla kavrulur, kesintilerle boğuşur yaz boyu Ankara. Sorun bu kez de yağmayan yağmurdur. Kimi yağmur duası önerir, kimi -hiç işe yaramayacağı bilinmesine rağmen- yağmur bombası... Sorun da, sorumlu da yine “yağmur”dur. ¡ ¡ ¡ Madem Kavafis ile başladım, yine onun dizeleriyle bitireyim: “Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet. Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede. (...) Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın. Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma...”