Ya güvercinler bizi seyrediyorsa

“TEMBELLİK hakkı”ndan söz etmiştim son yazımda. Bu hakkımın bir bölümünü güvercinleri seyrederek kullandım.

Haberin Devamı

Güvercin cemaatinde bir değişiklik seziyorum nicedir.
Hem niceliksel, hem niteliksel anlamda…En azından bizim mahallede, bilhassa oturduğumuz evde.
Pervazlar, kombinin bacası, evin hemen tüm girinti ve çıkıntıları, tünekleri… Balkonlar da, yuvaları artık.
Arka balkonda kimbilir hangi yazdan kalma mangalın altına girmiş birisi.
Balkona çıkınca, sürünerek kaçıyor mangalın altından. Ama uzağa değil! Bir metre öteye konup, bize kilitliyor, kıpırtılı başıyla açı verdiği gözlerini.
Eğilip mangalın altına bakıyorum usulca; iki küçük yumurta…
Dede olmuşuz da haberimiz yok.
* * *
O iki minik yumurta ve anne güvercinin gözleri annenin gözleri annenin gözleri…
O aileyi kov(ala)mak için, balkona rüzgar fırıldağı, rüzgar gülü vs. koymak ne mümkün. (¹)
Eh zaten insanlar yaşasın, “hayat”a çıksın diye yapılmış leb-i derya balkon da değil müteahhidin biz ölümlülere takdiri…
Çekiliyoruz balkonlardan, bırakıyoruz ikisini de onlara.
O balkonlar, lastiği patlak bir bisiklete ardiye olmak dışında bir işe yarayacak hiç olmazsa...
“Yaşanan” alan olacak.
* * *
İki-üç kez, açık pencereden odaya da girdiler. Sanırım menzil, nirengi hatası…
Hani girsin de; ne ben onun odadaki hayatına (varlığına) rahatça uyacak kadar yaban olabilirim bu saatten sonra…
Ne o benimle dört duvar odada ürkmeden yaşayabilecek kadar evcil.
Onun kanatları var, benim yorgun dizlerim...
Yani bu muhtemel aşkta, aynı evde birlikte yaşamak biraz müşkül.
İyisi mi... Eskisi gibi o pencere güzeli olsun, ben de penceresi cam cama muallim.
* * *
Neyse odaya girdiğinde ikimiz de ne yapacağımızı pek bilemedik.
Bir yerlere çarpıp yaralanabileceği korkusuyla, tuhaf hareketler yapıp “kış-kışlamak” seçebileceğim bir yol değil.
Sadece pencerenin tülünü açıp, tekrar dışarı çıkmasını ummaktan başka çarem yok. (Tüle kötü dolaşıyorlar)
Ama tülü açmaya gittiğimde, bir panik, korku dolu bir kanat şakırtısı kaplıyor tabi odayı.
Çıkıyorum odadan, biraz sonra giriyorum. Orada, bir köşeye sinmiş bekliyor.
Odanın kapısını açıp, kapının önünde beklemeyi akıl ediyorum.
Hava cereyanı, ona yönünü bulduruyor.
Pürtelaş çıkıyor pencereden.
O gidiyor, benim aklımda Hrant Dink’in bir ibret, utanç vesikası gibi geride –bize- bıraktığı “güvercin tedirginliği” kavramı…
Tedirginliği, kuvvetli bir ölüm korkusuna bir anda dönüştürebilir bu ülkenin koca, kirli burunlu savaş cadıları.
* * *
Peki…
Hayatımıza, odamıza bu kadar giren, penceremize/pervazımıza çıkartma gibi yapışan bu güvercinler ya bizi seyrediyorsa!
Ya güvercinler yapıştıkları camlardan, kondukları balkonlardan, pervazlardan -sır, mahrem tanımadan- insanları seyrediyorsa ne olur?
Hayallerimizin ayarı sonsuza yönelmeden, yakası açılmadık fanteziler üretmeden hemen söyleyeyim:
Harika bir film olur.
Onu da yarın anlatacağım.

Haberin Devamı

Ya güvercinler bizi seyrediyorsa
(¹) Bizim çocukken tornetlere, bisikletlere iliştirdiğimiz rüzgar gülleri, fırıldakları balkonları sardığında sevinmiştim. Rengarenk, pırıltılı, irili-ufaklı fırıldaklar balkonlarda… Masum, “sınıfsız”, o zamanlar bedava oyuncaklardan birisinin “yetişkinler”in yaşamına girdiğini sanmış, mutlu olmuştum.

Haberin Devamı

Rüzgar gülünü eline alıp, rüzgara doğru -saçları uçuşarak- koşan çocuklar belirmişti hayalimde, ya da kırmızı bir bisikletin didonunda durma dönen bir tayf…

Saflığıma gelmiş, meğer onları güvercinleri korkutmak/kovalamak için koyuyorlarmış balkonlara… “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” der ya Murathan Mungan, oyuncaklar da aynı akıbetten kurtulamıyor demek.

Yazarın Tüm Yazıları