GAZETECİ Ahmet Şık’ın “basılmayan kitabının imha edilmesi”, 60 yıl öncesinden Fahrenheit 451 romanını da taşıdı gündeme.
Dün benim de yazımda değindiğim ve aslında bir “distopya” örneği olan roman, ilk gençliğimizde ütopyamızdı bizim. Hayattan erkenden ayrılana kadar birlikte büyüdüğümüz Reha (Mağden) ile Emek Mahallesi 59. Sokak’taki iki katlı bir müstakil evde “kitap-kafe” açacaktık. Kirası uygundu sobalı evin. Bir kısmı Bit Pazarı’ndan satın alınacak, bir kısmı da ana-baba, dede-nine evlerinden devşirilecek, eski, berjerimsi ama çok rahat koltuklar olacaktı “mekan”ımızda.
Ve cep kanyağı, votka, şarap, bira... Her dem sıcak tuzlu fıstık, her dem soğuk taze badem, boyna asılan muska kadar minyon paçanga böreği, eski Piknik tadında kızarmış patatesli-sosisli yahni, İzmir tulumu-otlu peynir-eski Kaşar ve Çubuk turşusu olacaktı. Sadece bu tatlar; altlık, bastırmalık ya da atıştırmalık... “Sallama”nın icat edilmediği o vakitte, porselen demlikte buhurlanan Karadeniz çayı ve halis Türk kahvesi de olacaktı.
Mönü zenginliği ise, kitaptan gelecekti. Çekirdek sermaye, eş-dost ve kendi kütüphanemizdendi... Yeniler-günceller ise, her daim dost, Dost Kitabevi’nden... Çoğu ilk baskı ve çok okunmuş, hatta çoğunun üstüne, kıyısına not düşünülmüş kitaplar dolduracaktı rafları. Bazı kitapların arasında, “fanzin”ler bulacaktı emanetçi okur-müşteri. Bazısında, sigara yanığı... Ve yasak kitaplar da olacaktı, elbet halden bilene.
Tüm dergiler ve günlük gazeteler bulunacaktı, ortalıkta. Ve eş-dost söyleşileri, akustik konserleri ile seslenecekti bazen mekan. Ben, Reha ve bu projeyi “ütopik” bulan eşlerimizle açacaktık “kitap-kafe”yi... “Mekanın adı ne olacaktı” derseniz. İki katlı müstakil evin girişindeki eski taş duvarda, boyu en çok 20, eni 10 santimetre, küçük bir prinç plaket olacaktı: 451 F... Ütopyamızdı bizim, şimdi son örneğiyle birlikte distopya...