Paylaş
Unutulur unutulur
Bu hayat böyledir dostum
Yaşanan gün mazi olur
En değerli hatıralar
Bir gün gelir unutulur
En acı dermandır yıllar
Sen dursan da dünya döner
Kalbini dağlayan yangın
Yavaş yavaş küle döner
Unutulur unutulur unutulur unutulur..."
* * *
Zuhal Olcay'ın hafif sitemkar ama asi vurgusuyla beni gezdiren bu şarkısı, bana son günlerde 12 Eylül'ü çağrıştırıyor.
Biliyorum elbette ilgisi yok.
"Her aşk bir gün hayal olur" babından, bir sevda şarkısı bu. Hatta "Koy ver gitsin" tadında karasevda terapisi...
Ama unutulmuştu darbe(ler) sanki.
Ki hiç unutmam, genç bir –üstelik- şair "Hangisi eylüldü darbenin, hangisi mart?" demişti de...
Mırıldanmıştım, pervasız cahilliğine huysuz huysuz:
"Bu hayat böyledir dostum, unutulur, unutulur..."
* * *
Bazısı yaşamadığı için unutur.
Bazısına ağır acılar terapik/atipik olarak getirir "unutma"yı... Haksız bulamazsın.
Çünkü fiziki, psikolojik, hatta sosyo-ekonomik travmalara, "darbe"lere dayalı amnezi, bu toplumun günlüklerinde var.
Bellekte sislenme, bazı bilgilerin/yerlerin tümüyle kaybı...
Yoksa, "delirir" mi insan. Hesap mı sorar, ya da?
* * *
Lawrence Durrell, İskenderiye'yi "hafızanın başkenti" olarak tanımlar.
Ankara'ya da "unutuşun başkenti" sıfatı yakışır bu mevzuda.
Başkent'te, "Unutuş Çeşmesi"dir belki gündemin asıl başlığı.
British Museum'daki altın tablette yazan o uyarı:
"Hades'in ülkesine indiğinde kapılardan birinin solunda, beyaz servinin yanında bir çeşme göreceksin.
Bu unutuş çeşmesidir, sakın suyundan içme."
"İnsan nisyan ile maluldür", kana kana içeriz.
"Unutulur unutulur unutulur unutulur..."
Paylaş