Paylaş
Çok önemli bir "ayrıntı"yı da getirdi beraberinde:
"Kaymak denen, kullanılmamış (aksine iki yüzü birden kullanılmış) kağıttan bir şeytan uçurtmam olmadı...
Ya da yapmadım."
Başaklar haklıydı; gerçekten de çoğunlukla A4'den yaptığımız "şeytan uçartmaları"nın kağıdı, mutlaka kullanılmış olurdu.
"Kaymak" değil...
Ve sadece tasarruf değil, "yazısını" bekleyen kağıda da saygıydı sanırım.
* * *
Beş haftadır "İletişim, Medya ve Toplum" dersini verdiğim Çankaya Üniversitesi'ne girdiğimde, "Kimbilir hangi yazılar uçardı şeytan uçurtması olup, hangi kelimeler..." diye geçiyordu aklımdan.
Ki, yine zaman tünelinden bir film afişi çıktı karşıma:
"Uçurtmayı Vurmasınlar".
Çankaya Üniversitesi'nin "rengahenk" etkinlikleri arasına, 20 yıl önce izlediğim o filmin gösterimi de katılmış, bahar bahar...
Filmin afişinin hemen kıyısında, bir başka zaman yolculuğu...
Üniversitenin Tiyatro Topluluğu, 30 yıl önce Ankara Sanat Tiyatrosu'nda (AST) sahnelendiğinde "yılın oyunu" ödülünü de alan eseri sergiliyor:
"Rumuz Goncagül".
* * *
Hissediyorum, bu yıl bahar daha yakından, daha tanış geliyor bana.
Nedeni belki Çankaya Üniversitesi'nde verdiğim derse katılan genç, pırıl pırıl öğrenciler.
Belki yavaştan görünmeye başlayan, gökyüzünde renkleriyle, ritmiyle salınan/diklenen uçurtmalar.
Belki böylesi anlarda temize çekilen, "bahar hatıralar".
Ve belki de o mahut, "Kaç bahar daha?" sorusu...
* * *
Önce Churcill'in sözü ekleniyor, zaman yolculuğuma:
"Uçurtmalar rüzgarın gücüyle değil, rüzgara karşı koyduğu için uçar."
Ardından da, oğluna, yani Ahmet Haluk Başaklar'a, ilk şeytan uçurtmasını yapan babasının nasihati (ya da ilk "uçurtma" dersi):
"Arkana bakmadan koş ve biz diyene kadar da durma..."
Bahar, içimizdeki çocuk, kim tutar seni!
Paylaş