Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk /Çarpı bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek- Nasıl koşarsa ardından bir devin, /O çapkın babamı ben öyle sevdim. (...) Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi. Atlastan bakardım nereye gitti, /Öyle öyle ezber ettim gurbeti. Sevinçten uçardım hasta oldum mu, /40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a, Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu, /Ohh, dedim, göğsüne gömdüm burnumu. (...) Hayatta ben en çok babamı sevdim.” * * * Can Yücel’in, Cebeci Asri Mezarlık’ta yatan babası, Hasan Ali Yücel için yazdığı bu şiir, babalarımızın kuşağı açısından hep hüzünlendirir beni. Çok dinledim, o kuşağın insanlarından; varlığıyla da, yokluğuyla da yaşadıkları “baba hasreti”ni: “Babamla çocukluğum boyunca hiç öpüşmedik, sımsıkı sarılmadık bile. Elini öperdim bayramda o kadar. Ayıp görülürdü o zamanlar bu tür yakınlıklar. Mesafeliydi baba-çocuk ilişkisi. Sonra yaşlandı, hastalandı. Hastanede öylece yatarken, ilk kez alnından öptüm onu. İlk ve son defa...” * * * Yine bir çok insanın hasreti, yarım bile kalamamış hevesidir: “Ailecek, hep birlikte o kadar az şey yapabildik ki... Babama, anneme dair tüm hatıralarım, yarım yamalak.” * * * Ailede koyulan mesafe, her kuşakta aşılıyor da... Bir de toplumun “mesafe, hudut koyucuları” var. Misal, “Park Caddesi vukuatı”... Polisin “vazife ve selahiyati”, restoranda ailesiyle birlikte oturan çocuğa kadar uzanıyor. “Ailecek”, anasının-babasının yanında oturan çocuğa tutanak tutuyor polis. Sonra tutanakla yine onlara teslim ediyor. Ve çocuğun annesi-babası, “büyükleri” ile yaşadığı “aşk oyunu”, bir tür “gözaltı”na dönüşüyor. Oysa az önce hep birlikte gülüyorlardı. Ailecek... * * * Gerekçe “aile-çocuk ahlakı” filan ise, sevgiyi ahlak edinmeli insan. Ben öyle büyütmeye çabaladım elden geldiğince; önce kendimi, sonra oğlumu... Sorana, danışana da, o tek maddeli “anayasa”yı önerdim. Ve bu yaşta “ahlak”ı mevzuattan öğrenecek değilim. Yok “çocuk terbiyesi” ise... “Terbiye mevzuatı” da anca sirkte, harada normal sayılır 21. yüzyılda. (Ki ben orada da normal karşılamam, her canlının kendi ortamında, özgürce yaşama hakkı vardır) Ve ille “terbiye” ise mevzu, ailesinin yanında oturan çoluk-çocukla değil, terbiyenin yumurtalıysa ilgilenmeli derim. Büyüyen çocuklar, kime, neden tepki duyar, nasıl tepki koyar... Susturulan, sınırlanan, hatta dövülen, “gazlanan /gaz verilen” çocuklar, rövanşı “büyükleri konuşturmamak” da mı arar. Önce bir anlamak lazım, değil mi? Bence bu fasılda bile, sevgi çok uzakta, imkansız değildir: “Hatamla sev beni...”