Takvimdeki kazazedeler

UNUTUYORUZ “an”ı yaşamayı...

Her yılbaşında, takvim yaprakları hazan rüzgarına kapılmışçasına döküldüğünde; o an, sadece o an geliyor aklımıza yıllar.
Unutuyoruz sonra. En tıknefes rüzgarda boynu bükülen fidanları andıran, körpe umutlar büyütüyoruz her yeni yılda.
Yeniliyoruz umutları... Takvim yaprakları gibi. Kopardıkça, altından yenisi çıkan...
Bir yıldan kurtulup, başka bir yıla sığınan ‘kazazedeler’ gibiyiz.
Geçen yıllar, batık gemilerin isim plaketleri gibi gözlerimizde. Ve her yeni yıl, anıları yağmalayan bir korsan gemisi...

Usulca giden her yılda, kaybetme endişesi daha bir siniyor yüzümüze.Çünkü 24.00’ü ‘vuran’ saati, alamıyoruz geriye. Yine fark ediyoruz; saatin saniyelerinin nabzımızdan daha hızlı attığını.
Her 60 dakikada tamamlandığında ve ‘ding dong’lar her seferinde ‘bir’ fazlalaştığında ‘bir’ azalıyoruz.
“Ömür” diyoruz, “Azmış gerçekten”... Ama saatte değil, takvime bakarak.
“Çözülen bir yün yumağı” ya da denize kumsal olamayan bir kum saati gibi akıp gidiyor günlerimiz.

Yitirilen anıları, yamamaya çalışıyoruz yenileriyle. Ama o ‘eski kumaşlar’ın solan rengini, tutturamıyoruz bir türlü.
Rengini kaybeden anılardan ‘patchwork’ler, sıra dışı tablolar yaratıyoruz.
Oysa sadece fotoğraflar yalan söylemiyor.
Bir de takvimler...

Aslında bir yılı değil, bir yüzyılı deviriyor umutlarımız. Her yıl 365 güne bölünen, o mutluluğun peşinde...
Bugün, geçen yılı bir hafta devirdik işte.
Ve “Düne değil yarına gülümseyin” diyor 2012 takviminin kapak kızı.
Yazarın Tüm Yazıları