Paylaş
“İnsanları Seyreden Güvercin” İsveçli yönetmen Roy Andersson’un filminin adı.
Güvercinin seyrettiği, Andersson’un da filmine aldığı insanlar İsveçli de olsa, aslında “kuşbakışı” olarak bizden çok çok da farklı değil.
Filmin bir çok sahnesinde, akraba duygular yaşıyor insan.
Hele usulca sohbet eden, çok kısık bir sesle de olsa müzik dinleyen insanlara yapılan o mütemadi uyarı:
“Şşşşşş… Yarın insanlar erkenden işe gidecekler…”
Tabi ki ya, yarın insanlar erkenden “iş”e gidecekler.
Sohbetin, müziğin kıymeti mi olur o koskoca, o mühmühim, ehemehemmiyetli “iş”lerin yanında…
* * *
Birbirinden "mühim" şeylere ömrünü veren bu insanları, güvercin gözüyle seyrettiğimizde nedense çoğu mutsuz, tutuk-tutuklu gözüküyor biraz.
Ve umursamaz bir halleri de var ki... Duyarlılık zaten Andersson’un sıkı şamar attığı bir konu.
Misal… Adamın biri bindiği feribotun kafeteryasından atıştırmalarını alırken kalp krizi geçiriyor.
Ve yığılıyor yere.
Sağlık görevlileri koşturuyor, uğraşıyor. Çare yok, ölmüş.
Kaptan da geliyor ve tam adamcağızı nereye koyalım, helikopter mi çağıralım filan diye konuşurken…
Restoranın kasiyeri kadıncağız “Bir şey sorabilir miyim?” diyerek araya giriyor.
Az önce ölen adamın aldığı yiyecek ve içeceği göstererek soruyor kaptana:
“Bunlar ne olacak? Parası ödenmişti…”
Kaptan o ciddi yüz ifadesi değişmeden yanıt veriyor:
“Güzel soru… Aynı şeyden iki kere para alamayız, başkasına verelim o zaman.”
Kadın rahatlıyor, kafeteryada oturan ve az önce bir ölüme yakından tanık olan kalabalığa sesleniyor hemen:
“Karidesli sandviç ve bira isteyen var mı, üstelik bedava!”
Orta yaşlı bir adam önce parmak kaldırıyor, ardından yürüyor kasaya doğru:
“Ben birayı alayım…”
Ya işte böyle. Hiç kimsenin yaptıklarını görmediğini, fark etmediğini düşünüp de, güvercinler tarafından seyredilen insanlar...
İşte halimiz böyle.
Ben kendi payıma artık yaptıklarıma dikkat ediyorum.
Biraz tutum ve davranışlarımı değiştiriyorum, biraz da bazı şeyleri güvercinlerin bile göremeyeceği şekilde yapmaya çalışıyorum.
Sanki böyle daha rahatım.
Çünkü yakalandığımızda güvercinlerden bile utanacağımız hallerimiz, zaaflarımız, önlü-artlı değer yargılarımız, geleneklerimiz, kör inançlarımız, yalanlarımız, riyakarlıklarımız var bizim.
* * *
Rahatlama deyince.
O da aynı filmden gelsin.
Küçük bir büfenin küçücük masalarında oturanların yanından geçen genç kız bir an durur.
Ayakkabısının tekini çıkarır, büfenin duvarına kuvvetle vurarak içine giren taşı, kumu çıkartır. Gider…
Oturanlardan birisi, “Ayakkabısına taş girmiş” der ardından ve ekler:
“Ne güzel!”
“Nesi güzel bunun?” diye sorar öteki masadaki adam.
Bu durumu güzel bulan adam yanıtlar:
“Çıkardığında çok rahatlamıştır…”
* * *
Geçen yıldan rahmetli annem, anlaşılması zor, incelikli yahut cıdıklı (tuzaklı) bir laf duyduğunda, onu aktarırken şöyle derdi:
“Al sana bir kaya, nerene dayarsan daya…”
Paylaş