Paylaş
Söz ettim de, o ulu çınarları, selvileri, salkımsöğütleri unuttum sanmayın.
Oldum olası astrolojiye meraklı bir dosttan, burcumun ağacının salkımsöğüt olduğunu öğrenmiştim.
Dereye, nehire, denize, çeşmeden gürleyen kaynağa, hatta el kadar havuza hayran bir bünye için biçilmiş kaftan.
Ötesi Nâzım’ın şiirinde suyun aynasında saçlarını yıkayan salkımsöğütler, bildim bileli en sevdiğim ağaçlardan birisi...
Lâkin bahçenin evcilliğinde, durma suya, suyun kaynağına yürüyen, o yolda önüne çıkan herşeyi vurup-aşan, altyapıyı saran kökleri müşkül mesele.
Biz, altyapısız, kanalsız/kanalizasyonsuz yaşayamayız ki...
* * *
Salkımsöğütün engel tanımayan suya ulaşma azmi, bana Jack London’ın kahramanı Martin Eden’a söylettiği “En yorgun nehirler bile biryerde denizle birleşirler” cümlesini hatırlatır.
Çünkü nehirsindir, tabiatın öyledir eğer seni “ıslah edip” tümden kurutmazlarsa... Ulaşırsın ummana.
İnsanların tabiatı, huyu da çok şeye benzetilir.
Edebiyatın ulu, koca çınarı deriz Yaşar Kemal’e, Tahsin Yücel’e...
Nâzım’ın “Vasiyet”i, o ağaçla gelir aklımıza:
“Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni /ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa /taş maş da istemez hani...”
Beyoğlu’nda bombayla öldürülen Onat Kutlar’ı, “Gülümserken bir eşkıya rüzgarın söküp uzaklara götürdüğü çamağacı”yla, o şiiriyle de hatırlarız.
Yürüyüşü, “iğde kokusu ritminde yavaş” Edip Cansever’den de öğreniriz ağaca benzeyen insanları, hayatı...
“İnsan da ağaca benzer, ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o kadar yaman kök salar yere, aşağılara, karanlıklara, derinliğe...” diyen Friedrich Nietzsche’den biliriz.
“Meyve veren ağacı taşlarlar” da deriz, “Sevgisiz insan meyvesiz ağaca benzer” de...
* * *
Kimimiz, farklı ağaçlardan oluşan bir orman gibi büyüyen topluma hayranlıkla bakarız.
Kimimiz, bize benzeyen, aynı ağaçlardan oluşan bir korunun ütopyasıyla büyütürüz farklı olana sevgisizliği...
Böylesi tahammülsüzlüklerin en basiti, alerjisi nedeniyle kavak ağacını söktüren, “Manzaram kapanıyor” diye bahçesindeki ağacı kestirenlerdir üstelik.
Bir çoğu, kibire, ayrımcılığa, dışlamaya gider. Varsa-yoksa, soyağacı...
Başka, farklı insanlarla geçinemeyenlere, onları, kültürlerini olduğu gibi kabul edemeyenlere en yaman yanıt ise, neredeyse bir asır önce Nikos Kazancakis’den gelir:
“Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir, neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu? Öyleyse sus!”
* * *
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine”yse aslolan.
Hepimiz bir ağacız, hayatın metaforunda...
Bazen Nâzım misali, “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda /Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında”...
Ara sıra Murathan Mungan’dan mülhem, “Bir yanım çılgın nar ağacı /Bir yanım buz sarayı”...
Bazen, “Sakarya’da bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim” diyen Attila İlhan.
Kiminde Cemal Süreya gibi, “Bahara aldanmış erik ağacı kadar utangaç”...
Yahut A. Kadir; “Ben bir kayısı ağacıyım, Kırşehir’in Dinekbağı’ndan”.
Belki de şairin dediği gibi, “Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz” hep...
Bir salkımsöğüt misali, ömür boyu cansuyunun peşinde.
Ya siz? Siz hangi ağaçlardansınız...
Paylaş