“NERGİS ölünce kır çiçekleri üzüldüler, ona gözyaşı dökmek için ırmaktan su damlaları istediler.
Irmak, Ah! diye cevap verdi, bütün su damlaları gözyaşı olsa bunlar Nergis’e yalnız benim ağlamam için yetmez, onu seviyorum. - Ah! diye içlerini çektiler Kırçiçekleri, Nergis’i nasıl sevmemezlik ederdik; güzeldi O. - Güzel miydi? dedi ırmak. - Onu senden iyi kim bilebilir? Her gün, kıyılarına eğilip güzelliğini seyrederdi. - Sularıma eğildiği vakit, gözlerinde kendi sularımın aksini gördüğüm için severdim onu.” * * * Farklı mitolojik anlatımlara/süslemelere karşın, Narsizm’e kaynak olan Narkissos, “kendine aşık olma hali” ve yarattığı kalp kırıklıklarının ardından gelen ağır, ölümcül cezanın öyküsüdür. Narsizmin yansıları konusunda herkesin gözlemleri, yaşantıları olduğunu sanıyorum. Ancak, bireysel anlamda koyu ya da tanı almış narsist kişilikler giderek içinde hapsoldukları/hapsedildikleri yalnızlık nedeniyle ya gözden uzaktalar. Ya da zahmetli bir ayarla, narsizmin -dıştan görünen- rengini iyice açarak, tanı almadan yaşabiliyorlar. Günümüzde narsizmin tezahürü de, görünürlüğü de farklı çünkü. * * * Bireysel narsizmin, Banu Alkanvari “şöhret”lerde, bir magazin rolü/balonu/motifi olarak öne çıkartılması anlaşılabilir de. Siyasal narsizm, hala yadırgatıyor beni. Kürsüde olmasa bile, kürsüsünün sanal yüksekliğinde (ki bu duruma “marangoz hatası” demişti Çetin Altan) gezinen bazı politikacılar, azar/nasihat lapsusu ile bir anda ekranlara, içi-dışı bir görünümleriyle yansıyorlar. Halkın gözüne bakarak, onların gözbebeğinde, alkışında kendi endamına hayran, yansıyorlar ekrana, gazetelere, toplantılara... Başkalarını önce ötekileştirmek, sonra “öteki”lere yukarıdan bakmak ve bunu açıkça ifade etmekte beis görmemek, siyasetin sıradan, hatta ortak enstrümanlarına arasına yerleşti neredeyse. Narsizm ve cüret kardeştir elbette. Ama yadırgıyorum yine de...