Paylaş
Ankara’ya baksanız yeter.
Nâzım’ın heykelinin yıkılması/yıkılmaması, şairinin isminin bir caddeye verilmesi/verilmemesi belediye meclisinin en şıkırtılı (kılıç-kalkan şakırtısı) gündem maddesi oldu yıllarca.
* * *
Kırk yıl önce Ankara’nın efsane belediye başkanı Vedat Dalokay, Deniz Gezmiş’in mezarından aldığı bir avuç toprağı Moskova’da Nâzım Hikmet’in mezarına serptiydi de...
Ekim 1976’da MSP’li İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk, anında görevden aldı Dalokay’ı.
Danıştay kararıyla geri döndü. Ve o ünlü cümleyi kurdu:
“Yiğit biraz deli gerek...”
* * *
Sonra MSP oldu RP...
RP’nin adayı Melih Gökçek başkanlığı alınca, Aralık 1995’de aynen şu vaadini kayda geçirdi:
“Partim, RP iktidara geldiğinde Nâzım Hikmet’in heykelini kesin kaldıracağım.
Türk vatandaşlığından atılmış bir kişinin heykelinin dikilmesine karşıyım...”
Tarih yazdı, zaman geçti, RP iktidara geldi, iktidardan gitti...
Ankara’daki Nâzım heykeli, nasılsa kaldı ayakta.
Sonra, AK Parti geldi iktidara...
5 Ocak 2009’da, 1951 yılında çıkarıldığı Türkiye vatandaşlığına alındı.
Ve Ankara Büyükşehir Belediyesi, yıllar sonra isminin bir caddeye konulmasına karar verdi.
Başkan Gökçek’in katılmadığı oturumda, partisinden tüm üyelerin oyuyla...
* * *
Eskiden Nâzım’ın ismi geçtiğinde eli silahına giden insanlar, şiirini dinledi, kürsüden okudu o uzun mu uzun süreçte.
MHP lideri Alparslan Türkeş, ölümünden kısa süre önce yaptığı konuşmada Nâzım’ın dizeleriyle seslendi kalabalığa:
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür /ve bir orman gibi kardeşcesine....”
Sağ ve sol arasındaki ilk “ateşkes”, belki şiir sayesinde çıkmıştı ortaya...
Kötü mü oldu?
* * *
FP’liler mezarını ziyaret etti.
Dönemin FP Genel Başkanı Recai Kutan da kongrede okudu Nâzım’ın şiirini.
Hemen ardından bir dönem Nâzım’la kanlı-bıçaklı olan işveren sendikası MESS, tüm zamanlarda dünyanın en iyi 10 şairinden biri olarak niteledi onu...
Ama ne vasiyetindeki gibi Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülebildi, hâlâ.
Ne mezarında bir çınar gölgesi...
Vasiyete saygı, “vaziyet”e göre değişir, sayılır yahut sayılmaz bizim ülkede.
* * *
Nâzım'ı onlarca dava açtıktan sonra, 1938'de 28 yıl hapis cezasına çarptıran CHP değil miydi?
Hapiste 12 yılı aşkın süre yattıktan sonra, “Menderes affı”yla serbest kalmasına kapı aralayan DP’ye ne demeli...
Serbest kaldı da şair, özgür müydü...
Bahriye Mektebi'ni bitirip güverte subaylığı yapmasına rağmen, apar topar Askerlik Şubesi'ne götürülmedi mi...
Ya -uzatmalı- askere, ya suikaste, ya da yine hapise gideceği fısıltıları nedeniyle, kaçmadı mı, uğruna en sevdalı dizelerini yazdığı ülkesinden?
Aynı DP, çıkartmadı mı onu Türk vatandaşlığından?
Nâzım'ın "Ben tecrübe tahtası değilim" sözü, çarşaf çarşaf yayınlandı da o günün gazetelerinde...
"Vatan hainliğine devam ediyor hâlâ" manşetlerini, nakarat yapmadı mı şiirine?
* * *
Memleketinden uzakta öldü şair, yürek enfarktından. Ölümünün üzerinden yarım asır geçti...
“Utanç Duvarı” yıkıldı, Doğu Blok’u dedikleri komünizm hayaleti kalktı rüyalarından...
Ama... “Kurtuluş Savaşı Destanı” yenice çıkarılabildi yasaklı kitaplar listesinden.
“Yuh” sözü, yüz yıllık “iktidarın 10 türküsü var 9’u yasak üzerine” türküsüne en uygun nakarattır bu mevzuda.
* * *
“Şu yalnız ülkemizde” yalnız kalmamak, “cemiyet”ine, “cemâat”ine, “mahalle”ye aykırı düşmemek, ana ezberimiz.
Kendi siyasi görüşüne ters geldiği için "şair Necip Fazıl"a, "şair Nâzım Hikmet"e, "şair İsmet Özel"e küfürlenenler, yeri gelince şiirden dem vururlar üstelik.
Şiir öyledir çünkü; “okumasa” da okunur, dokunur hariçten...
Olsun varsın, şiir sadece gönül değil, zamanı erince üslûp da düzeltir.
* * *
Hem Nobel alsan kaç yazar, Orhan Pamuk gibi mesela...
Ona, “Al sana Nobel” diyenlerin kaçı, bir satırını okudu acaba?
Siyaset ve şiirin de kavgası bitmez.
Dar anda, hatiplerin kürsüden şiire sarılan o altı boş, astarı eğreti şiir muhâbbetti de...
Olsun o da iyidir, nefes, zihin, ufuk açar.
Şiirle siyasetin gayrimeşru ilişkisine, yarın devam edeceğim...
Paylaş