“KADINLAR edebiyat düşmanıdır, edebiyatçı ile evli kadınlar ise, hem edebiyat, hem edebiyatçı düşmanıdır”.
Erkeğin çekiciyle asılan bu sözler, yıllardır durur(du) duvarda. Edebiyatın, sanatın fısıltı koridorlarında bayatlamış, ihtiyar bir espridir de... Ama düştü duvardan, paramparça oldu artık “teşhis-tespit” kılığına bürünmeye çalışan bu ayırımcı önyargı. Eskişehir Halk Kütüphanesi’nde yapılan araştırmaya göre, 9 ayda 94 bin kişi kütüphaneden ödünç kitap almış. Kitap ödünç alanların yüzde 70’i kadınlar. Kadınların yüzde 75’i de edebiyatı, romanı seçmiş, kitap ödünç alırken. * * * Ankara kitabevlerinde rastgele yapılan yoklamalar da hep aynı sonucu veriyor. Kadınların edebiyata, özellikle romana erkekten daha düşkün olduğunu, daha çok okuduğunu ortaya koyuyor. * * * Kadınlar sanki daha çok içine çekiyor, okudukları satırları. Ve daha uzun süre muhafaza ediyor. Erkekler romanın macerasını süzüyor, kadınlar ise mecrasının izini sürüyor... Erkekler romanlarda “hayatın içindeki/dolayımındaki aşk”a ulaşırken, kadınlar “aşkın içindeki hayat” hayalleriyle/olanaklarıyla donanıyor belki de. Ve kadınlar daha çok okuyor. * * * Belki de bu bilgiyle ya da sezgiyle, roman da kadına belirgin bir biçimde kur yapıyor son yıllarda. Kadını, kadın okuru çağırıyor. * * * Evet, kadın daha çok okuyor. Geriye okunan, okunurken yudumlanan hayatların, değerlerin, bilginin günlük yaşama, kent hayatına aktarılması kalıyor. Ama, Ankara örneğinde “hayatı okuma”nın izlerini, temasını göremiyoruz. Ve kadının dokunmadığı şehir, genç ömründe ihtiyarlıyor. Çünkü yaşadıklarımızdır sadece, bir şehrin yüzü. Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.