DÜN Hürriyet’in Seyahat ekinde, “Seferihisar hayatı yavaşlatıyor” haberiyle ilgili yazmıştım.
Dünyada “Cittaslow” yani “Yavaş-sakin şehir” sayısı, 121’e ulaşmış.
Portekiz, Polonya, Norveç, Hollanda, İspanya, Almanya, İngiltere, Avustralya, Avusturya, hatta Güney Kore ve niceleri... Doğayı kemirmeyen, enerjiyi sömürmeyen, kent merkezine otomobil sokmayan, bisiklet yollarıyla çevrili, kültürünü-tarihini koruyan, insanla-doğayla uyumlu, kent geleneklerine saygılı, dev alışveriş merkezlerine vize vermeyen bir yaşam biçimi. Yerel tatlara, yerel lezzete, yerel üretime açık, fast food’a, zincir tatlara kapalı... Pazarlarında yerel ürünlerin satıldığı, şehirler. İmrenerek yazmıştım dün, alkışla... * * * Dev şehirler için elbette imkansız bir hayal. Türkiye’nin bir çok kenti için de... Ama mesleki alışkanlıklarım/reflekslerim, bioritmimle “yavaş şehir”e ayak uydurmamın güçlüğünü bir yana bırakıp, “Neden şehirlerin bazı semtlerinde, mahallelerinde, sokaklarında olmasın?” sorusunu soruyorum herkese. Mesela neden Ankara’da, yavaş mahalleler, sokaklar kurulmasın. * * * Mesela Tunalı, Bahçelievler 7. Cadde, Emek 8. Cadde, Kızılay merkezi, Çayyolu’nda hayal edilen meydan alanı, olamaz mı? Olur olmasına da... Böyle girişimlerin, projelerin herşeyden önce engellenmemesi gerek. Yokuşa sürülmemesi... Çünkü heves de var, bilinç de. Bu heves, bu bilinç, planlama, kaynak ve kararlılıkla hayata geçerse, mutlu oluruz, medeni oluruz, uluslararası oluruz, marka oluruz, adam oluruz. Ama bunu “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” gibi görürse yine birileri... Salyangozun amblemi/rozeti değil, olsa olsa “hızı” yakışır/yapışır yakamıza.