Güneş denizin üzerinde dans ediyor, deniz genç kadının eteklerinde.Kadının elinde rengarenk, iri bir deniz topu var.Şişiriyor, çocuksu gülümsemelerle.Kocası onu izliyor.İkisi de, birlikte son kez plaja gittiklerinden habersiz.Ölüyor kadın, yanlış hatırlamıyorsam bir trafik kazasında.Kocası, çok yakın bir ölümün travmasını her gördüğünde yeniden yaşatacak şeylere katlanamıyor çevresinde.Karısının tüm eşyalarını yok ediyor evden.Bir tek şey dışında; o renkli deniz topu.Çünkü sevdiği kadının nefesi var hala içinde...* * *Televizyondaki polisiye bir diziden yola çıkarak yakalanan bu hikaye, bana bu kentin hüzünlü öyküsünü de özetliyor.Çocukluğu, gençliği bu şehirde geçen insanların, bugünle geçimsizliğini, kavgasını çağrıştırıyor bana.O günleri, o tarihi simgeleyen bazı yerleri, bazı şeyleri, örneğin bir ıhlamur ağacını neden yitirmek istemediğimizi.Gençlik Parkı’nda Recep Özgen Çay Bahçesi’ni.Göl Gazinosu’nu.Kızılay’da ağaçlara salkımlanan serçeleri.Tandoğan Meydanı’ndaki su perileri heykelinin, öğleden sonra alana vuran gölgesini.Ve bana su perilerinin öyküsünü anlatan, şu an yaşamayan bir şairi.Çocukluğumda yağmurlu gecelerde uykumu bölen, peşisıra yere düşen atkestanelerini.Balkonlardan kokusunu sokağa salan sardunyaları, fesleğenleri...* * *Tarihinde yok olan şeyler, bazen kendinle geçimsiz yapıyor insanı.Çünkü insan elinin değdiği yerlerde bir sıcaklık, dolaştığı sokaklarda bir iz, okşadığı ıhlamur yapraklarında bir temas kalsın ister.Delil ister, tanık ister, yaşadıklarına.İzlerin yittiği yerde, o yüzden hatıralar da manasızlaşır bazen.Bazen insan kendi hatıralarına bile inanamaz.Ve delinir bir yerinden o rengarenk deniz topu.İçindeki nefes, yakılan sevdanın/mevtanın külleri gibi karışır kentin poyrazına.