Patlama

FİLMİN ilk sahnesi yedi-sekiz yaşlarında bir çocuğun, “sessiz film”i andıran beden hareketleriyle anlatmaya çalıştığı bir kelimeyle açılır.

Haberin Devamı

Çocuğun beden diliyle, mimikleriyle, jestleriyle anlatmaya çalıştığı şey, “korku”, “ürkme” gibi bir şeydir sanki.
Ardından, anlatan çocuğu izleyen diğer çocukları görürüz.
Ve anlarız ki, anlatan da, izleyen çocuklar da sağır-dilsizdir.
Yani sağır-dilsiz çocukların oynadığı bir tür sessiz film vardır karşımızda...
* * *
İzleyen çocuklar işaret diliyle anlatılan şeyi tanımlamaya çalışırlar; birisi yalnızlık der, diğeri hapsedilmek, bir başkası saklanmak der.
En son çocuk ise yüzünü yukarıdan aşağı tırmalar gibi bir hareket yaparak ve hareketine kulağa yabani gelen bir haykırışı-çığlığı ekleyerek anlatılan duyguyu tahmin etmeye çalışır:
“Hüzün mü?”
* * *
Ancak sahnedeki çocuk, anlatmak istediği şeyin bunlardan hiçbirisi olmadığını vurgular.
Aynı dili, o duygulara-algılara dayalı işaret dilini, sağır-dilsizliğin aynı duygu çemberini paylaşan “jest-mimik anlama üstadı” çocukların hiçbirisi arkadaşlarının anlatmak istediğini anlamaz.
Michael Haneke de “Bilinmeyen Kod (Code Inconnu)” filminin girişinde anlatılan o duygunun ne olduğunu açıkça söylemez.
Ama ilk sahnede anlatılmak istenen “korku”dur sanki.
Çünkü korku insanın hayatına, yüzüne, bir çok duygunun eşliğinde yansır.
Hapsedilme, saklanma, çaresizlik hissi, yalnızlık duygusu, tedirginlik, mutsuzluk ve hepsinin toplamıyla hüzün okunur insanların yüzünde...
* * *
Filmde sürekli bir iletişimsizlik, anlamama hatta hissetmeme halini de görürüz.
Irk, cinsiyet, kuşak, sınıflararası iletişimsizlik ve anlamama halini...
Belki korkuyu anlamak, algılayarak hissetmek, görmek de biraz böyledir. Belki herkes algılayamaz o tahrip gücü yüksek duyguyu.
Korkuyu, bir ürkü anını/halini fark edebiliriz ama derindeki nedenleri, insan hayatına farklı yansımaları, dozajı gözden kaçar bazen.
Korkunun varlığından haberdar olmak başka şeydir, korkuyu, nedenini, etkilerini yeterince anlamak, algılamak başka...
* * *
Korkunun fizyolojik belirtileri değişse de, az çok bellidir:
Çarpıntı, yüze ateş basma, terleme ya da buz gibi olma hali, nefeste değişiklik hatta nefes alamama sanrısı, yutkunma, ağız kuruması, karında, bedende kasılma, bayılma hissi...
Lakin sanıyorum en etkileyicisi gözlerdeki korku halidir.
Korku, göze -kadar- geldiyse, hatta gözbebeğine yerleştiyse, o duygu başkalarının gözünden bir anda öğrenilir.
Ve artık “o” gözlerdeki korku değil, korkunun gözleridir.
Patlama

Somali’de açlıkla bedene bile kıvrılan korkuyu görebiliriz, her depremde sokağa çıkan korkuyu da...
Siyasi baskılarla yaratılan korku atmosferine de çok tanık oldu bu ülke. Korku nöbetlerine...
Her darbede, geceleri perdenin kıyısından sokağa bakan, araba sesi dinleyen insanların göz rengiydi korku.
Kaç kuşak “o gözle” büyüdü, yaş aldı, öyle yaşlandı... Can çekildi, yerini bir anda tüm dokuları kuşatan korku aldı.
Ve başka korkularla beslendi; işsiz-açıkta kalma ya da dışlanma, o koyu yalnızlık korkusuyla mesela.
Korku sarmalı diye de bir şey vardır değil mi?
* * *
Ya ölüm korkusu? O en kuvvetli, o güdüsel korku...
Ya bir patlamanın tüm duyuları sağır eden, insanı sadece o korkuya, yaşanan dehşete kilitleyen şok hâli?
Ankara’daki korkunç patlamada yüzlerce insan öldü, yaralandı.
Paramparçaydı orada hayat.
Her şey paramparçaydı...
Endişeli, korku dolu sesler yansıdı telefonlara:
“O da, onlar da oradaydı, haber alabildiniz mi?”
“O”
nların yerine, oğlunuzu, kızınızı, torununuzu, kardeşinizi, eşinizi, sevgilinizi, dostunuzu, arkadaşınızı koyun.
O korku dolu arayışı hissedin.
İşte endişenin, dehşetin, acının, hüznün, çaresizliğin, korkunun gözleri...

Yazarın Tüm Yazıları