DÜN “Mahalle” yazımın ardından okurlarımızdan Vedat Yılmaz “mahalle”nin yitmesiyle oyun anlayışının da tümüyle değiştiğini, birlikte oynanan o nostaljik oyunların kalmadığını vurgulamış iletisinde.
Doğru oyunlar da değişti. Ama mahallenin yitmesi mi oyunları değiştirdi. Yoksa oyunların da değişmesine neden olan toplumsal gelişmelerle, “mahalle”nin de mi ömrü doldu? * * * Seksek, kukalı saklambaç, köpe kapmaca, uzun eşek, birdirbir, elim sende, yakan top, istop, karpit patlamak, misket, topaç, 5 taş, çelik çomak, tilki tilki saat kaç... Bu oyunların tümü dışarda, yani sokakta ve mutlaka birlikte oynanırdı. Kendini sokağa atan, sokağa akan çocuklar, çok şey öğrenirdi hayata ve özellikle kendine dair. Mızıkçı, oyunbozan mı, şıp diye hükmünü verirdi çocuk meclisi, koyardı adını: Mızık İhsan. Çok mu halim-selim, evcimen: Kuzu Nevzat. Ad takma da etiketlemenin çocuksu versiyonu muydu, “stigma”ya giden yolun hazırlık sınıfı mıydı, tartışılır. Ve bence bereketli bir tartışmadır. Çünkü “otorite”nin üretildiği her yerde, etiketleme, “öteki”leştirme de farzdır. Yoksa nasıl hükmedersin? Ya “otorite”nin bir parçası olur yönetirsin “oyun”u. Ya otoriden yana olur, oyunda terfi, kovboyculukta şeriflik, kızılderilicikte şeflik beklersin. Ya katlanır, boynunu eğer, ebelenirsin her fırsatta. Ya da atılırsın oyundan, “öteki”leştirilirsin... Yalnızlık büyük cezadır, çocuklukta. * * * Şimdi ise hayat oyun kaldırmıyor. Daha doğru artık oyunlar farklı. Değişti... Artık saklambaç, Can Yücel’in şiirindeki gibi. “Ekmek diye bağrışırdı bebeler elma derler ben ortaya çıkardım...”