Paylaş
Resmi rakamlara göre 18 bine yakın insan hayatını kaybetti depremde.
Kaybın çok daha fazla, hatta en az iki katı olduğu söylendi yıllardır.
Düştüğü yeri yaktı yine...
On sekiz bin olsa, -yarı yarıya- azaltır mı acıyı?
Ya sorumsuzlukları...
* * *
Dokuz yıl önce, 7 Haziran.
Ankara Çubuk, sabah 05.42.
İki yıllık "yepyeni apartman", 5.9 şiddetindeki depremle yerle bir oldu.
Uykuda yakalandılar.
On yedi yaşındaki Ali Yılmaz'ı aldı deprem.
"Zayiat" bir insan, "Lafı bile olmaz..." mı diyeceksiniz?
Sahi, kim yapmıştı o binayı?
Kim ruhsat vermişti...
Bedeli, kim, nasıl ödedi?
* * *
Gözü doymaz, ilim irfan tanımaz bazı müteahhitler.
Onların, derme-çatma binalarını sözüm ona "denetleyen", ruhsat verenler.
Ve iktidarı, muhalefetiyle siyasiler.
Bu üçgende yıktı, devirdi deprem.
* * *
On yıl geçti.
Marmara, İstanbul yine deprem bekliyor.
Öyle, bekliyor...
Ya deprem konusunda "tuzu kuru" sayılan Ankara?
Altı şiddetini biraz aşan bir deprem yaşanırsa, "Ölümlü olur" diyor uzmanlar.
Kızılay, Sıhhiye, Yenimahalle, Demetevler, Batıkent, Etimesgut, Sincan alüvyonlu zeminde.
Bir çok bina, malzemesi, mimarisi ve ruhsatıyla eğreti...
İstanbul zaten Allah'a emanet.
Yeni bir acıya, yeni bir teste hazır mıyız?
Yaşam boyunca bir kez karşılaşılacak böylesi bir deneye...
Uykuda mı yakalanacağız yine?
* * *
Hilmi Yavuz'un bir "sevda şiiri"ndeki sorusu aklımdan hiç çıkmıyor:
"Depremler senin neren?.."
İstanbul, Marmara, Çubuk, Bala, Çankırı...
On yıl geçti işte, ne yaptık/yapabildik.
Enkazların önündeki o çaresiz çığlık da mı, uzaktan geliyor artık:
"Sesimi duyan var mı?.."
Var mı, bir daha soralım kendimize:
"Depremler senin neren?"
Sahi nerem(iz)?
Paylaş