Paylaş
Beni hayallere sürükleyen ise, "Türkler müzeye pek gitmez" bilgisiydi.
Topkapı, Ayasofya gibi bir kaç örnek dışında ne zaman müzeye gitsem ben de hep aynı manzarayla karşılaşırım.
Ya öğretmenleriyle bir grup çocuk, ders zoruyla...
Ya da içlerinden birinin ilgiyle gezdiği, diğerlerinin tavana bakıp bunaldığı küçük gruplar.
Dışarıda sigara içen ziyaretçi sayısı, içerdekinden fazla gelir hep bana.
* * *
Ya müzelerin durumu?
Türkiye'de tarihi eser hırsızlığı, neredeyse turizmin bir dalı artık.
Maximilian Schell, Peter Ustinov ve Melina Mercouri'nin başrollerini paylaştığı 40 yıllık ünlü Topkapı filminin İstanbul'da çekilmesi sanki yönetmenin bir öngörüsü:
"Soyulursa buradaki müzeler soyulur."
* * *
Sayıştay'ın raporuna göre, eserler depolarda yok oluyor.
Periyodik envanter çıkarılmıyor, eser sayımı yapılmıyor.
Kültürel envanterini doğru dürüst bilmeyen bir toplum, zenginliğini nasıl değerlendirebilir?
* * *
Bir yönü daha var meselenin.
Enis Batur Türkiye insanının tarih bilinci yerine kahramanlık, üstünlük, yenilmezlik bilinciyle donatıldığını savunur.
Bu nedenle Türk insanı için gerçek müzenin ürkütücü, düş kırıklığından başka bir duygu uyandırmayacak bir mekan olduğunu da...
Çünkü "öteki"nin gücü, estetiği, birikimi oradadır.
Türkiye'nin "müzelik" olanın tanımını bile yapamadığını anlatır "Kediler Krallara Bakabilir" kitabında.
"Dükkanlar, evler, sokaklar şaşkın müze parçalarıyla dolup taşarken, pek çok eserin bulunması gerektiği yerde çürümeye terk edildiğini" de yazar.
Müzelerin "müzelik" olup dışlanmasının bir nedeni de bu mudur acaba?
Peki, Masumiyet Müzesi gibi farklı, butik müzeler olsa...
Yarın devam edeceğim.
Paylaş