TÜRKLER müzeye pek gitmez. ("Sevmez", demeye dilim varmıyor) Topkapı, Ayasofya gibi bir kaç örnek dışında ne zaman müzeye gitsem hep aynı manzarayla karşılaşırım. Ya öğretmenleriyle bir grup çocuk. Ders zoruyla... Ya da içlerinden birinin ilgiyle gezdiği, diğerlerinin tavana bakıp bunaldığı küçük gruplar. Dışarıda sigara içen ziyaretçi sayısı, içerdekinden fazla gelir hep bana. "Gerçek" ziyaretçilerin sayısı ise hep azdır, bir kaç "emsal" dışında. * * * Ya müzelerin durumu? Türkiye'de tarihi eser hırsızlığı, neredeyse turizmin bir dalı artık. Maximilian Schell, Peter Ustinov ve Melina Mercouri'nin başrollerini paylaştığı 40 yıllık ünlü Topkapı filminin İstanbul'da çekilmesi sanki yönetmenin bir öngörüsü: "Soyulursa buradaki müzeler soyulur." * * * Sayıştay'ın raporuna göre, eserler depolarda yok oluyor. Periyodik envanter çıkarılmıyor, eser sayımı yapılmıyor. Atatürk'ün naaşının 15 yıl korunduğu müzede bile. Rapora göre Etnoğrafya Müzesi'nde en son sayım 10 yıl önce yapılmış. Kültürel envanterini doğru dürüst bilmeyen bir toplum, zenginliğini nasıl değerlendirebilir? * * * Ünlü Resim Heykel Müzemiz ise Hürriyet'in kampanyası oldu. Çatısı akınca kapanan, 6 yıldır da öylece kalan "müze". Kaynak yetersizliğinden... Müzede 240 resim ustasının resimleri "yatıyor". * * * Belki eksik olan; sistem, sunum, güvenlik, kontrol, parasal kaynak, farkında olmak... Ama ya tarih bilinci? Enis Batur Türkiye insanının tarih bilinci yerine kahramanlık, üstünlük, yenilmezlik bilinciyle donatıldığını savunur. Bu nedenle Türk insanı için gerçek müzenin ürkütücü, düş kırıklığından başka bir duygu uyandırmayacak bir mekan olduğunu da... Çünkü "öteki"nin gücü, estetiği, birikimi oradadır. Türkiye'nin "müzelik" olanın tanımını bile yapamadığını anlatır "Kediler Krallara Bakabilir" kitabında. Dükkanlar, evler, sokaklar şaşkın müze parçalarıyla dolup taşarken, pek çok eserin bulunması gerektiği yerde çürümeye terk edildiğini de yazar. Müzelerin "müzelik" olmasının bir nedeni de bu mudur acaba?