Paylaş
Boşlukları oradan doldurmak, tezini oralara dayandırmak kolaydır, hüsnü kabule adaydır çünkü.
Politikada kültürün, geleneğin müstesna bir yerinin olması da biraz bundan.
Sıkışınca kültürü, geleneği kullanmak, -bir bardak su gibi- siyaset kürsüsünün de olmazsa olmazları arasındadır.
Çok tartışmalı bir mevzu mu geldi gündeme...
En hamasi çıkışını, “Bizim kültürümüzde var”, yahut “Bizim kültürümüzde yok”la yaparsın.
Zira kültürümüzün, geleneklerimizin var-yok envanteri, anayasal olmasa da babayasal olarak pek tartışılmaz, tartışılsa da yakışık almaz bir tür dokunulmazlığa sahiptir.
Ne zaman ihtiyaç duysak, “Bizim kültürümüzde var” kitabesine yaslarız sırtımızı.
Sadece kültüre dayanan/dayatılan söylemler, bir sürü insanın “işine gelen” mecralar sağlar zira. Popülizmin en kuvvetli kalelerinden birisidir üstelik.
Kültürümüzde, geleneğimizde varsa, huyumuzda-suyumuzda da olacaktır elbet.
Eh sen de huyumuza-suyumuza gideceksin.
* * *
Önceki yazımda Meclis’te dinleyici locasında bacak bacak üstüne atan diplomatların uyarılması meselesine değinmiştim.
Kültürümüzde, geleneğimizde saygı ifadesi olarak el pençe divan durmak vardır ama o yoktur.
Lâkin 1990’lı yıllarda TBMM’de çiğköfte yoğurup, kıvamlı oldu mu diye tavana atıp yapıştırana sorsanız, “Kültürümüzde var” diye kendini savunabilir.
Ona göre, o işin geleneği, raconu öyledir. Adettir...
* * *
“Kültürümüzde var”ın tersi de en kestirme çözümlerimiz arasında yer alır.
Üstelik belagati ilkinden de kuvvetli, daha bangır bangırdır:
“Bizim kültürümüzde yok, o kadar!”
Çok kullanışlıdır. Bir şeye, öneriye karşı çıkarken savımıza kanıt, dayanak bulamadıysak, “Kültürümüzde yok” demek yeter.
Böylece kimbilir ne zaman, neye göre sabitlenen kültürümüze uymadığını varsaydığımız şeyleri, kestirip atabiliriz bir çırpıda.
Doğru ya... Kültürümüzde yoksa, hayatımızda ne işi vardır?
* * *
Ayrıca nabzımıza göre “yeni gelenekler” üretmek de mümkün.
Yanak yanağa öpüşmenin (öpüşür gibi yapmanın) yerine gümbür gümbür geçen (“gelenekselleşen”) kafa tokuşturmak mesela.
Tanıl Bora Birikim Dergisi’ndeki makalesinde, böyle durumları çarpıcı örnekleriyle sergiledikten sonra şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Geleneğin de o kadar ‘geleneksel’ olmayıp icat edildiğini biliyoruz. Sürekli yenilenen, hareket halinde bir icat süreci… Bir ‘kültür varlığını’ ‘tanımamak’, onu tasfiyeye girişmek de, geleneğin icadının bir parçasıdır. (...)
Bu ‘kültürümüzde yok’- ‘kültürümüzde var’ teftişi, ‘kültür’ü bir ‘genetik kod’ olarak, fıtrat olarak, kader olarak sabitliyor. Ahlâk olarak ve ahlâkın nihâî ölçüsü olarak sabitliyor.”
* * *
Bu durumun trajikomik yönü, “Bu bizim kültürümüzde var” efelenmesinin karşısına, yine aynı kültürel zemine dayandırılmaya çalışılan “Bizim kültürümüzde yok” konturuyla çıkmaktır.
Daha evlere şenliği de, “kültürümüzde var-yok” polemiğinin “kültürlü olmayı” pek de gerektirmemesidir.
“Var” diyorsak, vardır bir yerlerde. Öyle duymuş, öyle görmüşüzdür...
* * *
Kültürün karşılıklı olarak keskin, baskıcı örnekleriyle sık karşılaşıyoruz.
Alan memnun, sunan memnunsa... İzlemekten başka çare görünmüyor bazen.
Ama aklıma takılıyor; yeri geldiğinde “çok kültürlü” bir ülke olduğumuzdan bolca dem vuruyoruz da, o çok kültürün birazı hayatımıza değdiğinde “Yok...” diyoruz, “Bizde yok”.
“Bizim kültürümüzde öbürü var”... “Ötekisi yok...”
Paylaş